Her ne kadar vaat edilen yeni düzenlemeler, Kürt sorunuyla doğrudan alakalı olmasa da hükümetin “demokratik açılım”ı yeniden başlatacağı yolunda söylenti ve işaretler her geçen gün artıyor. Özellikle son genel seçimlerin ardından içine girdiğimiz, karşılıklı sertleşmenin “geçici bir dönem” olduğuna inanan biri olarak açılımın yeniden başlaması beni hiç şaşırtmaz. Ama dün Radikal’de Cengiz Çandar’ın da yazdığı gibi bu sefer sadece “iyiniyet” yeterli olmayacak, iktidarın somut ve bir şeyleri olumlu anlamda değiştirecek adımlar atması gerekecek. Diğer bir deyişle “analar ağlamasın” sloganının tek başına bir açılımı sürüklemesi mümkün değil, hele “hepsinin anasını ağlatacağım” diyen biri İçişleri Bakanlığı gibi kilit bir pozisyonu kontrol ettiği müddetçe.
“Somut adım” derken içiçe geçmiş olan PKK ve Kürt sorunlarını birlikte çözmeyi hedefleyecek düzenlemeleri kastediyorum. Habur’daki tatsız deneyimden sonra PKK’yı silahsızlandırma noktasında ne yapılabilir tam belli değil ancak MİT-PKK görüşmelerinin kamuoyuna yansıyan bölümleri bile, bunun yolunu-yordamını bulup hayata geçirmenin hiç de imkansız olmadığını bizlere gösteriyor.
Kıpkırmızı bir çizgi
Kürt sorununun çözümündeyse karşımıza öncelikle yeni anayasa çıkıyor. Gerçekten “sivil”, “demokratik” ve “özgürlükçü” bir anayasa yazacaksak Kürt sorununun bunun kalbinde yer alması şart. Bu noktada vatandaşlığın tanımlanması, kamu yönetiminde yerellik ve tabii ki anadillerin kamusal alanda nasıl kullanılacağı gibi konular kilit öneme sahip olacak.
Bugün bunlardan “anadilde eğitim” konusunu irdelemek istiyorum. Bu konuya öncelik vermemin üç nedeni var: 1) Anadilde eğitim (bu arada kamusal alanda çokdillilik), Kürt olmayan vatandaşlar ve devlet için öteden beri tam bir tabu, moda deyimle kırmızı çizgidir; 2) Belki de bu nedenle Kürt hareketi siyasi taleplerinin eksenine anadili (yani Kürtçe’yi) yerleştirmektedir; 3) Son dönemde Kürt olmayan çevrelerde bu kırmızı çizginin esnediği, en azından pembeleştiği görülüyor.
Gülen hareketinin bakışı
Bu bağlamda, Fethullah Gülen’in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na 6 madde halinde sunulan önerilere bir göz atalım.
Vakıf, “aidiyet ve kimlik vurgusu yapmadan, farklılıklarımızı zenginlik kabul eden eşit yurttaşlık esasına dayalı anayasal vatandaşlık” tanımlaması öneriyor. Vakıfın “ana dilde eğitim” konusundaki görüşüyse şöyle formüle edilmiş: “İlk ve ortaöğretim kurumlarında eğitim dili Türkçe olup yeterli sayıda velinin talebi halinde Türkçe yanında diğer bir dilin de eğitim dili olarak kullanılması ve ayrıca anadillerin öğretilmesi için gereken düzenlemeler yapılır. Türkçe dışındaki anadillerde hangi derslerde haftada kaç saat eğitim yapılacağı tamamen ortaya çıkacak taleplere göre değerlendirilir.”
Bu önerileri Uzlaşma Komisyonu’na sunan heyette yer alan Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce’nin önceki gün katıldığı bir tv programında Kürtçe eğitim talebine destek vermiş olması, bu çevrenin, söz konusu önerilerin ciddi şekilde takipçisi olacağını gösteriyor ki bu son derece olumlu bir gelişmedir.
(Tabii bu noktada çok ilginç bir paradoksun altını çizmemiz doğru olacaktır: Kurulduğu andan itibaren Türkiye’nin, içinde yer aldığımız coğrafyanın, hatta tüm dünyanın temel sorunları üzerine eğilen, bunlarla ilgili son derece geniş katılımlı ve etkili organizasyonlara imza atan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, kendileri için belki de en öncelikli konular olması gereken ve son dönemde ülkemizin en can yakıcı sorunu haline gelen basın ve ifade özgürlüğü ihlallerine karşı, en hafif deyimiyle, kayıtsız bir tutum izliyor.)
Olmazsa olmaz
Kürtçe eğitim gibi kritik ve kırılgan bir konuda Gülen hareketinin nihayet lehte bir tutum takınması, hem Kürt olmayan kamuoyunun bazı önyargı ve önkabullerinin kırılması, hem de Kürtlerin kırgınlık ve öfkelerinin bir nebze de olsa giderilmesi açısından son derece olumludur. Bu aşamadan sonra, “Daha önce neredeydiler?” diye sormak son derece gereksiz ve anlamsız olur. Bu tavrın arkasında bir artniyet veya hesap aramak da nafile olacaktır. Olsa olsa şunu diyebiliriz: Türkiye’nin “öngörüleri en doğru çıkan” yapılanması olarak anılmayı fazlasıyla hak eden Gülen hareketi, Türkiye’nin Kürtçe eğitimi kabul etmemede ısrarının felaket gibi sonuçlara yol açacağını (ön)görmüş olmalı.