Ülkemizde Kürt milliyetçiliğinin yükselişte olduğu teziyle kaleme aldığım yazıya (
Kürt milliyetçiliğinin yükselişi) çok farklı açılardan eleştiri ve yorumlar geldi. Çok hassas ve aynı ölçüde hayati olması nedeniyle bu konunun değil tartışılması, ifade edilmesinin bile tehlikeli, dolayısıyla yanlış olduğunu düşünenler var. Ama tam tersine bu kadar kritik bir konuyu cesur ve özgürce tartışmamak tehlikeli olacaktır. O nedenle kaldığımız yerden devam edelim.
Tepki ve eleştirileri iki gruba ayırabiliriz. Ama her grubun içinde farklı tavır alışlar bulunduğu bir gerçek. İlk olarak Kürt olmayan okurlardan gelenlere göz atalım (Okurun, burada basitleştirerek özetleyeceğimiz tepkilere yabancı olmadığı muhakkak):
1) Milliyetçiliğin iyi bir şey olduğunu düşünen, dolayısıyla kendilerini Türk milliyetçisi olarak görenlerin büyük kısmı, Kürt milliyetçiliğinin yükselişte olduğunu ileri sürmeyi tehlikeli, yanlış buluyor ve bu tespitin esas amacının PKK’yı şirin ve masum göstermek olduğunu düşünüyorlar. Onlara göre Kürt milliyetçiliği değil, olsa olsa “Kürt ırkçılığı” söz konusu olabilir.
2) Özellikle geçmişlerinde (ve bugünlerinde) bir şekilde sol ile bağlantı bulunan, dolayısıyla milliyetçilik konusunda mesafeli olanlarsa Kürt milliyetçiliğinin yükselişte olduğu tespitini, Kürt hareketini suçlamanın yeni bir argümanı olarak şevkle benimsiyorlar.
3) Az sayıdalar ama, Türk ve Kürt milliyetçiliklerini “ezen” ve “ezilen” şeklinde ayırıp karşılaştırarak ikinci tür milliyetçiliği bir tür “mücadele” ve “direniş” imkanı olarak olumlayan solcular da bulunuyor.
4) Kürt sorunu olgusuyla hiçbir şekilde yüzleşmek istemeyenlerse, Kürt milliyetçiliği olgusunu tartışmaya yanaşmayıp örneğin Güneydoğu’daki aşiret sistemini sorgulamaya, işin içinde dış parmak aramaya devam ediyorlar.
Kürtlerden gelen tepkiler
1) Kürt siyasi hareketinin elitlerinde sosyalist solun etkisi güçlü bir şekilde sürdüğü için milliyetçiliğe hâlâ genellikle olumsuz anlam yükleniyor ve “Kürt milliyetçiliğinin yükselişi” tespiti önyargılı, yanlış ve artniyetli bulunuyor.
2) Bazıları, yaşanan baskı ve zulümlere dikkat çekerek Kürt milliyetçiliğinin yükselişinin arzu edilmese de kaçınılmaz olduğunu vurguluyor.
3) Alenen Kürt milliyetçisi olduklarını söyleyenlerin bir kısmı, bunun illa ayrılıkçılık anlamına gelmediğini, eşit yurttaşlık temelinde yeni bir toplumsal sözleşmeye milliyetçi olsun, olmasın Kürtlerin de onay vereceğini söylüyor.
4) Geriye kalan deklare Kürt milliyetçileriyse ayrılıkçı pozisyonlar alıp, birarada yaşamanın yeniden nasıl mümkün kılınabileceğine yönelik tartışmalara girmeye bile tenezzül etmiyorlar.
Cevap niyetine
Milliyetçiliğe olumlu anlam yükleyen Türklerle, olumsuz bakan Kürtlerin, “Kürt milliyetçiliğinin yükselişi” önermesinden ayrı ayrı rahatsız olmaları ve bunun ardında bir çapanoğlu aramaları tesadüf olmasa gerek. Her iki taraftan da gelen komplocu yaklaşımları bir ölçüde hafifletmek için “Kürt milliyetçiliğinin yükselişi” tespitini nasıl bir süreç sonunda geliştirdiğimi anlatmak isterim:
1) Kürt siyasi hareketinde milliyetçiliğin ana damar haline geldiğini kavramamın miladı 2010 Newrozudur. Diyarbakır Newroz Alanı’ndaki kutlamalar hakkında yazdığım ilk yazıya “
Mesafe çok kötü bir şekilde açılıyor” başlığını atmamın nedeni o gün o alanda Kürt milliyetçiliğinin kitlesel bir dışavurumuna tanık olmamdı. Newroz değerlendirmelerimi ertesi gün “
Yüzleşmemiz gereken gerçekler” başlığıyla sürdürdüm ama açık söylemek gerekirse, hep aklımdaki ve dilimin ucundaki “
Kürt milliyetçiliğinin yükselişi”yle adını koyarak yüzleşmekten kaçındım.
2) Bir yandan Kürt siyasi hareketinin İslamiyete karşı dışlayıcı tutumunu terk etmesine paralel olarak dindar Kürtlerle arasındaki mesafenin hızla kapanmaya yüz tutmasını; diğer yandan düne kadar Kürt sorununa el atmaktan çekinen Hizbullah başta olmak üzere Kürt İslamcılarının bu konuda yer yer PKK’dan bile radikal pozisyonlar almaya başlamasında da ana nedeninin tabandaki milliyetçi damar olduğunu gözledim. Şöyle basitleştirebilirim: solcu Kürtler “enternasyonalizm”den, İslamcı Kürtler de “ümmetçilik”ten uzaklaşıp milliyetçilik paydasında buluşmaya yönelmiş durumdalar.
3) Nihayet yaklaşık bir yıl önce yaşanan Uludere/Roboski faciasının ve hükümetin bunun üzerine gitmek yerine örtbas etmeyi tercih etmesinin, bu buluşmayı alabildiğine hızlandırdığını söyleyebiliriz. Bu nedenle Roboski, Ali Akel’in deyimiyle “Kürtlerin Kudüsü”, diğer bir deyişle de Türkiye’deki Kürt milliyetçiliğinin tırmanışında dönüm noktası olmuştur.
Tartışmayı sürdüreceğiz.