Geçen hafta Güneydoğu’nun değişik yerleşim birimlerinde yaptığımız turda ister istemez “Kürtler ayrılmak istiyor mu?” sorusu da gündeme geldi. Şahsen bağımsız bir Kürt devleti arzusunu açıkça dile getiren kimseyle karşılaşmadım. Birçok konuda hiç çekinmeden ve samimiyetle görüşlerini dile getiren muhataplarımın “korktukları” veya “takiye yaptıkları” için böyle davrandıklarını sanmıyorum, böyle bir izlenim edinmedim.
“Özerklik” beklentisi içinde olanlar vardı ancak bunların hiçbirinin bunu “acil bir talep” olarak dile getirdiklerine de tanık olmadım. “Özerklik” savunanlar, bunu ileriki bir aşama, özellikle silahların susması, çatışmaların kesinlikle bitmesi sonrası için istediklerini belirtmekten geri kalmadılar. Örneğin Batman Belediye Başkanı Nejdet Atalay şöyle konuştu: “Bir anda çözüm olamayacağını çok iyi biliyoruz. Aceleci olmamak, Kürtlerin taleplerini dile getirmeleri için elverişli bir zemini hazırlamak için çalışmak lazım. Yerel yönetimler reformuyla çok şeyler değişebilir. Bu özerkliğe doğru yumuşak geçişi sağlayabilir. Fakat şu çok önemli: Başı ve sonu belli bir süreçten bahsetmek engelleyici olabilir.”
Demokratik Türkiye özlemi
Siyasi eğilimleri ya da Kürt siyasi hareketi içerisindeki konumları ne olursa olsun görüştüğüm kişilerin büyük çoğunluğu, tıpkı Şırnak’ın Cizre ilçesindeki DTP’li Adem Gökçe gibi söze “Kesinlikle ayrılmak diye bir düşüncemiz yok” diye başlıyor, zaten yapılan kamuoyu araştırmalarının da Kürtlerin birarada yaşama arzusunu gösterdiğini hatırlatıyor ve bunun esas nedeni olarak bu topraklarda Türklerle Kürtlerin çok eskilere giden ortak tarihlerini gösteriyorlar. En çok nasıl Çanakkale Savaşı’nda birlikte çarpışıldığı, ülkenin düşman işgalinden hep birlikte kurtarıldığı örnekleri veriliyor. Fakat bütün bu tespitlerin ardından muhakkak “Kürtlerin kimliklerini özgürce ifade edebilecekleri demokratik bir Türkiye” talebi güçlü bir şekilde dile getiriliyor.
Gökçe “Türkiye’nin demokratikleşmesi için herşeyi yapmaya hazırız” derken diğer DTP’li arkadaşları da “zaten bu topraklarda Türklerle Kürtlerin arasında bir sorun yoktur. Biz Kürtlerin sorunu devletledir” diyorlar. Buradan hareketle, son açılımın bir “hükümet değil devlet politikası” olduğunu düşüyor ve umuyorlar; bütün eleştirilerine, geri adım atılması endişelerine rağmen bu süreci desteklemek ve aktif bir şekilde içinde yer almak istediklerini vurguluyorlar.
Tuğluk’un açıklamaları
Fakat “ayrılma” tartışmaları bu türden niyet beyanlarıyla sonlanacağa benzemiyor. DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk’un dile getirdiği ve Vatan’da da Çarşamba günü manşetten verilen “Eğer bu süreç te tıkanır yada biterse, Kürtler ayrılmayı tartışabilir” öngörüsünü yabana atmamak lazım. Tuğluk, bana bu tespitin bir “tehdit” gibi sunulmasından çok üzüldüğünü belirtip şöyle devam etti: “Bu bir öngörüdür ve halen aynı fikirdeyim. Bu seçenek politik Kürt kitlesinin gündemindedir. Tartışılmaktadır. Yanlış bulunabilir, gerçekçi değerlendirilmeyebilir ama bir seçenek olarak yedekte tutulmaktadır. Birlikte yaşamayı ve ortak bir gelecek kurmayı savunan biri olarak potansiyel bir riskten söz ettim ki eşanlamlı cümleleri cumhurbaşkanından kimi bakanlara kadar Kürt meselesiyle ilgili herkes sarfetmiştir. ‘Bu sorunu biz çözmezsek müdahalelere açık bir hale gelir’ diyen Sayın Gül, aynı potansiyel tehlikeden söz etmektedir. ‘Çözmezsek çözülürüz’ diyen kimi aydınların tespitleri belirttiğim sonuçtan farklı mıdır? Kanımca değildir.”
Tuğluk’un üzüntüsünü anlıyorum, fakat birçok kez “diyalog”, “birarada yaşama” gibi değerleri kendi hareketi içinde doğuracağı tepkileri, dışlanma riskini göze alarak sonuna kadar savunmuş bir isimden bu son derece hassas konuda farklı ve olumsuz yorumlanabilecek “analiz”ler yapmamaya dikkat etmesini beklemek hakkımız olsa gerek.
İşin püf noktaları
Tuğluk tespitini şöyle savunuyor: “Şu psikolojiyi artık çok iyi anlamalıyız; sürekli dışlanan, varlığı-yokluğu tartışılan, kimi zaman hakaret edilen, baskı ve zor altında onuru ve gururu incitilen bir topluluk her şeye rağmen birlikte yaşamaktan söz ediyor ve buna rağmen yine mağdur ediliyorsa, çok radikal bir kararla bu ‘makus kadere’ son vermeyi düşünebilir. Bu kararını çok iyi düşünerek de verebilir, öfke sonucu da verebilir, manipule edilerek de verebilir. Sebepler çeşitli olsa da, sonucu aynıdır. Hayal kırıklığı yaşamış bir topluluğun sonucu ne olursa olsun ciddi bir tepki kararı vereceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.”
Evet Kürtlerin bir kısmının “Bu sefer de çözüm olmazsa artık başımızın çaresine bakalım” demesi tabii ki ihtimal dahilindedir. Hatta bu sefer de çözümsüzlük yaşanırsa çok daha kötü şeyler de yaşanabilir. Fakat samimiyetine inandığım Tuğluk’a bir anektod anlatmak isterim. Bir grup DTP’li ile bir akşam vakti, bir çay bahçesinde sohbet ederken dönüp dolaşıp konu “çözüm olmazsa ne olur”a geldi ve hemen herkes “çok kötü olur”da birleşti. DTP’lilerden biri olabilecekler hakkında kişisel tahminlerini anlatmaya başladığı zaman diğer arkadaşları ve ben “aman Allah göstermesin. Bunların lafını bile etmek çok sinir bozucu” diyerek kendisini susturduk. O da yaptığının çok da gerekli bir şey olmadığını fark etti ve özür dileyip sustu.
Aysel Tuğluk şöyle diyor: “Kürtlerin ayrılmak gibi bir düşünceleri yok. Buna itilebilirler diyorum.”
Benim gibilere de, kendisine “evet böyle bir düşünceleri yok, ama lütfen sizler de itmeyin ve itmek isteyenlere mani olun” demekten başka bir şey düşmüyor.
Bu yazı dizisini burada noktalarken. Birkaç hayati gözlemimi tekrarlamak istiyorum:
- Güneydoğu’da DTP/PKK/Öcalan çizgisi her geçen gün daha fazla güçlenip meşruiyet kazanıyor.
- Kürtler, Kürt sorununun çözümünden önce silahların susmasını istiyorlar. Barış ortamında Kürt sorununun çok daha özgürce tartışılabileceği ve demokratik yollarla çözülebileceğine inanıyorlar.
- İstisnalar muhakkak vardır, ancak yaşanan onca sorun ve acıya rağmen Türklere karşı bir düşmanlık beslemiyorlar, eleştirilerini devlete yöneltiyorlar ve demokratik bir Türkiye’de özgür birer yurttaş olarak yaşamak istiyorlar.