Turgut Özal ile bir kez karşılaştım, o da Türkiye'de değil. Vefatından önceki son ABD gezisinin New York ayağında, Columbia Üniversitesi'nde bir konuşma yapacaktı. O sırada aynı üniversitede doktora yapan lise arkadaşım Hakan Yılmaz ve eşi Arzu Öztürkmen ile birlikte gittik. Özal'ın konuşmasından aklımda Amerikalı bir dinleyiciyle arasında geçen şu diyalog kaldı:
Dinleyici: Kürt sorununu nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz?
Özal: Biliyor musunuz, Kürtlerin en az yarısı Türkiye'nin batısında yaşıyor.
Dinleyici: Peki geri kalan yarısı ne olacak?
Özal: Onlar da Batı'ya gelecek!
Artniyetli bir soru
Özal'ın Kürt sorunu ve dolayısıyla bunun çözümü diye bir derdi olmadığı için bu kaçamak cevapları vermiş olduğunu o gün de düşünmemiştim, bugün de düşünmüyorum. Zaten üniversitedeki toplantıyı izleyenlerin çoğu da Özal'ın cevaplarının altında bir çaresizlik yattığını anlamış olmalılar ki Kürt sorunundan hareketle üzerine gitmediler.
Ancak ülkemizde çok kişinin Kürt sorunuyla yüzleşmeden kaçınmak ve/veya bunun çözümüne yanaşmamak için sıklıkla "Batı'daki Kürtler" olgusunu kullandıklarını biliyoruz. Örneğin Kürtlerin siyasi talepleri ve buna bağlı olarak gelecekteki statüleri üzerine yapılan tartışmaların çoğunda başlığa çıkardığımız "Peki Batı'daki Kürtler ne olacak?" sorusu ortaya atılır. Bu soruyla, her türlü yeni statüko önerisinin Kürtlerin en az yarısının ülkenin batısında yaşaması gerçekliği yüzünden mümkün olmadığı kanıtlanmak istenir. Sonuçta sorunun çözümünü kolaylaştırmayı değil de zorlaştırmak, hatta imkansızlaştırmayı hedeflediği için bu kesinlikle artniyetli bir sorudur.
Birkaç gözlem
Ancak, genellikle artniyetle ortaya atılıyor olması, bu sorunun sahici ve hayati olduğu gerçeğini gölgeleyemez. Yani Kürt sorununun çözümünü istiyorsak bu soruya muhakkak bir cevap bulmamız gerekecek. Şahsen bu cevaba sahip değilim, ama özgür ve eşit bir diyalog ve tartışma ortamında en çetrefil soruların cevabını, sorunların çözümünü bulmak pekala mümkündür. Öte yandan kesin bir cevabımın olmaması "Batı'daki Kürtler" hakkında bazı bilgi ve gözlemlerimi paylaşmama engel değil:
1) Irak, İran ve Suriye'de Kürtler büyük ölçüde kendi topraklarında yaşar ve diğer etnik gruplarla içiçelikleri çok düşük düzeydeyken Türkiye'de tam tersi bir durum söz konusu;
2) Ülkenin batısında yaşayan Kürtlerin bir bölümünün "orta sınıf", hatta bazılarının "üst sınıf" kategorisine terfi etmiş olması mevcut sistemin bir başarısı olarak algılandı ve (zaten olmadığı düşünülen) Kürt sorununun bu tür ekonomik ve toplumsal entegrasyonla önlenebileceği/çözülebileceği düşünüldü;
3) Güneydoğu'da bazı seçim bölgelerinde çok başarılı sonuçlar elde eden Kürt partileri Batı'daki Kürtlere ulaşmakta uzun bir süre zorluk çektiler;
4) 1990'larda Refah Partisi, ardından Fazilet Partisi ve AKP'nin büyükşehirlerde elde etmiş oldukları başarının ardında özellikle yoksul Kürtlerin güvenini kazanmış olmalarının rolü büyüktü;
5) Batı'daki Kürtlerin ciddi bir bölümünün sisteme entegrasyonunu, özellikle ülkeyi yönetenler yanlış bir şekilde "asimilasyon" şeklinde okudular. Ne var ki Batı'daki Kürtlerin hatırı sayılır bir bölümünün, sistemden ne ölçüde pay alırlarsa alsınlar Kürtlüklerini unutmadıklarını bariz bir şekilde görüyoruz. İlginçtir içlerinden birçoğu Kürt kimliklerini sahiplenmek ve Kürt siyasi hareketine yakınlaşmakla birlikte hâlâ AKP ve CHP'den tam olarak umudu kesmiş değil. Fakat bu iki partinin Kürt sorunundaki mevcut söylemlerini muhafaza etmeleri halinde bu kişileri de kaybetmeleri kuvvetle muhtemeldir.
Pazar günü çıkan
Artık bana kardeşim deme! başlıklı yazım için "bu kadar hassas, dolayısıyla tehlikeli bir konuyu keşke kurcalamasaydınız!" diyen okurlar oldu. Bugünkü yazının da benzer bir akıbeti olabilir. Yapacak bir şey yok, çünkü Kürt sorununu ne yapıp edip kalıcı bir şekilde çözmemiz şart ve çözüm için de bu tür zor ve hassas konuları konuşup tartışmamız zaruri.