Transatlantik: Trump Gazze'yi alabilir mi? & ABD'de "Cumhuriyet mi, demokrasi mi?" tartışması

12.02.2025 medyascope.tv

12 Şubat 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Washington'da Gönül Tol ve Ömer Taşpınar'la Amerika Birleşik Devletleri ve Filistin ağırlıklı bir yayın yapacağız bu hafta. Arkadaşlar merhaba.
Gönül Tol: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Önce Filistin'den başlayalım. Aslında Gazze'de bir rehine krizi var. Takaslar oluyordu, ama en son çıta yine yükseldi. Trump “cumartesi gününe kadar rehineler bırakılmazsa Ortadoğu cehennem dönecek” dedi. Netanyahu da zaten Trump'la görüştükten sonra iyice kendinden emin bir şekilde “Savaş devam ediyor” diyor. Ama bu arada Batı Şeria'yı da işin içerisine kattılar. Özellikle Trump, Batı Şeria konusunda da İsrail’den fazla İsrailci bir pozisyon takındı. Sanki sadece Gazze değil, Batı Şeria'nın da Filistinliler’den arındırılması gibi bir niyeti mi var? Ne dersin Gönül?
Gönül Tol: Evet Ruşen. Aslında bu Batı Şeria kısmı, Trump'ın ilk kez söylediği bir şey değil. İlk başkanlığı döneminde de İsrail'in Batı Şeria'yı ilhakını savunmuştu. Sonradan bunu müzakerelerde bir araç olarak kullanmak istediği anlaşıldı. Trump’ın ne düşündüğünü ne yapmaya çalıştığını bilemiyoruz, konuşuyoruz ama o kadar her şey kaotik ki bilmenin imkânı yok. Trump, Gazze'de 2 milyon insanın komşu ülkelere gönderilmesini savunuyor, garip şeyler söylüyor. “Biz burayı ele geçireceğiz, inşa edeceğiz, hatta satın alacağız” diyor.  Ama bunları dedikten bir saat sonra gazeteciler “Nasıl satın alacaksınız?” diye sorduklarında, “Yok canım satın alacak hiçbir şey yok orada. Ama kontrol edeceğiz” diyor. Dolayısıyla çok kaotik bir ortam var. Ne yapmaya çalışıyor olabilir diye akıl yürütebiliriz ancak. Birincisi, dediğim gibi, Trump'ın önceliğinin, şu anda Ortadoğu'da Suudi Arabistan ve İsrail arasında bir normalleşmeyi sağlamak olduğunu düşünüyorum. Bence çok son derece beceriksiz bir strateji bu. Rasyonel bir strateji değil, ama kendi dünyasında bunu yapmaya çalışıyor. Fakat Suudiler hep “Normalleşme olabilmesi için Filistin Devleti’nin önünün açılması gerekiyor” diyordu. Suudiler de bu konuda çok net değiller; Netanyahu'nun işine yarayabilecek yeterince bir muğlaklık bırakıyorlar. ‘’Şu adımlar atılsın, şu tarihte yapılsın’’ demek yerine, “Bir yerde de Filistin Devleti’nin önünü açacak bir adım atacağız’ deyin’’ diyorlar. Trump, Filistin Devleti mevzuundan vazgeçmeleri için Suudilere baskı yapma stratejisi olarak elini bu kadar yüksekten açıp, Gazze'de etnik temizliğe varacak bir hamle öneriyor olabilir. Bu hamle, Suudileri ve Arap ülkelerini endişelendirerek Trump'ın istediği yere getirecek. Bu, olasılıklardan bir tanesi.
Bir diğeri de Trump hakikaten bunu yapmak istiyor da olabilir. Trump belki de gerçekten meselenin tarihini bagajını, Filistinliler için o toprak parçasının ne anlama geldiğini, sadece binalardan ibaret olmadığını görmüyor ve “Zaten burada yaşanacak bir şehir yok, her yer yerle bir, yol ve altyapı yok, bu insanlar zaten burada ne yapıyor, gitsinler başka yerde mis gibi yaşasınlar” diye düşünüyor. Böylece barışı sağlayan lider olarak kendisini görüyor. Bunu gerçekten düşünüyor olabilir, ama bu hiç gerçekçi ve olacak bir şey değil. Zaten bütün Arap ülkeleri hemen çok net bir şekilde bunu reddettiler. Suudi Arabistan hemen bir açıklama yayınladı. Ürdün Kralı dün Beyaz Saray’daydı. Trump'ın söyledikleri nedeniyle son derece zor durumda kaldı. Sisi'nin bu ay içerisinde Beyaz Saray'a gelmesi bekleniyordu. Mısır tarafı bir açıklama yaptı ve Sisi “Eğer bu plan masada ise ben gelmiyorum” dedi. Çünkü kendisini Ürdün Kralı’nın içine sokulduğu utanç verici duruma sokmak istemiyor muhtemelen. O yüzden, Trump'ın yapmaya çalıştığı şey gerçekçi midir, yapılası mıdır, çok zor.

Ruşen Çakır: Ömer, sen ne dersin? Özellikle Batı Şeria'nın da böyle gündeme gelmesi çok yadırgatıcı. İsrailli işgalciler orada adım adım topraklarını genişletmeye ve Filistinlileri dışlamaya çalışıyorlar. Ama orası Filistin Devleti’nin de merkezi ve Gazze’ye kıyasla daha yumuşak bir siyasi atmosfer var. Gazze’yi halletmeden Batı Şeria'yı da dillendirmek çok yadırgatıcı değil mi?
Ömer Taşpınar: Ruşen, benim aklıma şu geliyor; Batı Şeria'da tabii ki Fetih var. Fetih, daha seküler, Filistin hükümetini temsil eden ve dünya tarafından da kabul edilmiş bir siyasi yapı. Filistin otoritesi dediğimiz, başında meşrû bir liderin olduğu, Amerika'nın da görüştüğü ve Amerika'da her ne kadar yolsuzluklara karışmış ve zayıf bir liderlik olarak kabul edilse de meşruiyeti olan bir yapı var. Onu radikalize etmek, onu devreden çıkarmak, masadan kalkmaya doğru yönlendirmek için (onlar masaya gelmek istiyorlar) bir şekilde bir liderlik değişimi olması gerekiyor. Çünkü Mahmut Abbas yaşı 90'a yakın ve gerek Filistin toplumu nezdinde gerek Arap dünyası nezdinde temsiliyet gücü artık kalmamış bir lider. Filistin’in daha genç bir liderle temsil edilmesi gerekecek. Bütün bunlar Batı Şeria’daki dinamiklere bağlı olarak gelişiyor. Batı Şeria'da da unutulan bir savaş var. Orada da ölü sayısında ciddi bir artış oldu. Bu toprakları çalan yerleşimcilerin bir kısmı silahlanmış durumda, milis gibi hareket ediyorlar. İsrail Devleti’nin koalisyonun parçası olan faşizan grupları bir bakıma bu milislerin istedikleri gibi hareket etmesine de göz yumuyor. Orada aslında Gazze olayları nedeniyle dünya gündeminden biraz kaçan çok ciddi bir sertleşme ve düşük yoğunlukta savaş gibi bir durum var. Orayı da radikalize etmek, oradan da bir şey çıkmaz dedirtmek… Zaten Hamas'tan bir şey çıkacağı yok, Hamas'ın temsil kabiliyeti yok. O zaman İsrail'in ‘’karşımızda konuşacak meşru bir Filistin yapısı yok’’ demesine yol açar. Bu bütünüyle İsrail'in işine gelir.
Trump iktidara gelmeden şöyle bir bakış açısı vardı: “Trump Ortadoğu'da barış getirmeye çalışacak ve amacı aslında Ortadoğu'da İran'la bir nükleer anlaşma imzalayıp, Suudi Arabistan'la İsrail'in de arasını bularak ve diplomatik ilişkileri kurmasını sağlayarak bir Nobel Barış Ödülü almaya doğru gitmek istiyor” deniyordu. Bence Trump hâlâ kendini öyle görüyor. İran istemeye istemeye bu baskı paketini imzaladı. Gene ekonomik yaptırımların artacağı, İran'ın Çin'e petrol satmasını engellemeye çalışacakları bir maksimum ekonomik baskı döneminden geçecekler, ama kameralar karşısında Trump, İranlıları, İran'ı överek “Ben İran'la aslında anlaşmak istiyorum. İran çok iyi şeylere layık” gibi kelimeler kullanarak aslında İran'la masaya gelmek istediğini belirtiyor. Suudi Arabistan-İsrail meselesinde de şu bekleniyordu: Burada daha çok İsrail ayak sürüyor. Netanyahu bir şekilde Filistin Devleti konusunda negatif. Zaten kendisi iki devletli bir çözüm istemiyor, koalisyonundaki bazı yapılar kesinlikle zaten meşru görmüyorlar. Dolayısıyla “Trump'ın Netanyahu'ya baskı yapması gerekiyor” deniyordu. Ama şu son haftalarda gördük ki baskı filan yapmıyor, tam aksine, Netanyahu'nun istediği şeyleri söylüyor. Senin başta söylediğin gibi, Netanyahu’dan daha İsrailci davranarak, hiç kimsenin kabul edemeyeceği “Gazze'yi ilhak edeceğiz, 2 milyon Gazelliyi daha güzel bir yere yollayacağız. Geri gelme hakları bile olmayacak” gibi akıl almaz ifadeler kullanarak, Suudi Arabistan'ı neredeyse masadan kaldırtma durumuna getiriyor. Suudi Arabistan Trump'ın bu açıklamalarına o kadar sert tepki verdi ki. Şimdi Mısır da çok sert tepki veriyor. Ürdün’ün sert tepki verebilecek zaten gücü yok, nüfusunun %70'i Filistinli ve ekonomik yardıma bağımlı. Trump şu anda Arap dünyasını bir hayâl kırıklığı içinde tutuyor.

Ruşen Çakır: Ürdün Kralı II. Abdullah, Washington'daydı. Trump Ürdün Kralı’nın suratına karşı da aynı şeyleri söylemiş diye okudum.
Ömer Taşpınar: Evet, Ürdün Kralı’nın dünkü kameralar karşısındaki hâli, yazık, bir de tikleri de tutmuş, gözlerini açıp kapatarak konuşuyor. Heyecanlıydı, ne diyeceğini bilemedi. Trump Kameralar önünde onu zor bir duruma düşürdü. Kral Abdullah topu Mısır’a attı ve “Mısır yapıcı bir projeyle gelecek masaya” açıklamasını yaptı.

Ruşen Çakır: Peki bu rehine krizinden biraz bahsedebilir misiniz? Orada ne oldu da işler yolundan çıktı? Sanki iyi gidiyordu, takaslar oldu, ama olay nerede kilitlendi?
Gönül Tol: Geçen haftalarda hep konuşuyorduk ya, müzakerelerin birinci aşamasının nispeten daha kolay olduğunu söylüyorduk. Fakat asıl mesele ikinci safhasında. İkinci safhada asıl sorun çıkaracak taraf Hamas değil, Netanyahu. Çünkü Netanyahu'nun birinci safhada verdiğinden çok daha fazla taviz vermesi gerekiyordu. Filistin tarafı bütünüyle İsrail ordusunun Gazze'den çekilmesini bekliyor. Tabii bu, özellikle Trump'la konuşmuş ve Trump'tan cesaret almış bir Netanyahu'nun yapacağı bir şey değil. Bu arada Netanyahu ateşkese evet diyerek aslında çok ciddi bir siyasi risk de aldı. Çünkü kendi koalisyon ortaklarının bir kısmı ateşkese ‘evet’ dediği için çekildi, bir kısmı çekilme tehdidinde bulundu. Bu, Netanyahu hükümetini çok zor bir noktaya itti. Erken seçimlere zorlayabilecek bir durumdu ve aslında biraz da kendi koalisyonundaki bu radikal unsurları rahatlatmak için Batı Şeria’daki saldırılar başladı. Fakat Trump, “2 milyon Gazzeliyi buradan çıkaralım” diyerek aslında Netanyahu hükümetini kurtarmış oldu. Eğer Trump zeki olsaydı ve gerçekten barışı önceliyor olsaydı, Gazze'de uzun soluklu bir barışın önünü açmak isteseydi, o ânı bunu yapmak için kullanabilirdi. Çünkü ‘’Gazzelileri Gazze'den çıkaralım’’ dediği anda daha önce Netanyahu'yu çok eleştiren koalisyon partnerleri, Netanyahu'nun arkasında sıralandılar. Trump bunu kullanarak, İsrail tarafı üzerinde ikinci safhayı kabul etmesi için baskı kurabilirdi ama bunu yapmadı. Bu ne demek? Netanyahu, Gazze'de istediğini yapmak için Washington'dan açık çek almış oldu. İkinci safha müzakereleri iki hafta önce başladı. Netanyahu orada Hamas’ı, sanki masayı deviren tarafmış gibi lanse etmek istiyor. Yine Trump'ın söylediklerinden cesaret alarak bunu yapıyor. Halbuki Hamas anlaşmanın gerektirdiği kendi üzerine düşen şartları yerine getiriyor. Fakat Netanyahu İsrail'i çekme konusunda oraya evet demiyor. Neden çeksin ki? “Gazze'yi sahiplenmek, ele geçirmek istiyoruz” diyen bir Amerikan başkanı var. O yüzden müzakerelerin ikinci safhasının çökmesi şaşırtıcı değil.
Biraz önce Ömer biraz bahsetti; Trump, Ürdün ve Mısır’ı da çok zor bir durumda bırakıyor. “Eğer Gazzelileri kendi ülkenize almazsanız, o zaman size verdiğimiz yardımı keseceğiz” dedi. Şimdi bunun ne kadar büyük bir tehdit olduğunu görmek için, bu ülkelerin konumunu anlamak gerekiyor. Mısır’ın ekonomisi son derece kötü bir durumda ve Amerika'dan aldığı milyarlarca dolarlık askeri yardım, Mısır ekonomisi gerçekten için çok önemli. Ürdün için de benzer şekilde. Dolayısıyla Washington'ın bu tehdidi yapmış olması çok önemli onlar için. Bir tarafta bu var. Ama diğer tarafta daha büyük bir sorun var. Eğer bu iki ülke Trump'ın “Gazze'yi boşaltalım ve bunları siz alın” planına ‘evet’ derse, onları çok daha büyük bir sorun bekliyor. Birincisi, zaten özellikle Mısır’ın, yani Sisi'nin çok sağlam bir meşrûiyeti yok. Ekonomik problemler de göz önünde bulundurulduğunda, zaten zor bir durumda. Buna bir de Gazzelileri almak eklenirse, Arap toplumunda bir meşruiyet krizi yaşayacak. Çünkü Filistin halkının hikâyesi bu. Hep İsrail tarafından topraklarından sürülmüşler. İsrail'in 1948'de kurulduğu dönemde 700 bin Filistinli topraklarından ediliyor, “Geri gelirsiniz” deniyor, geri gidemiyorlar. Sonra 1967 Savaşı'nda yine 300 bin Filistinli yerlerinden ediliyor, Ürdün'e gönderiliyor ve geri dönemiyorlar. Şimdi Filistinliler bunu “büyük felaket” anlamına gelen bir sonraki Nakba olarak görüyorlar ve “biz yine topraklarımızdan edileceğiz ve geri dönemeyeceğiz” diyorlar. Ne Sisi ne Kral Abdullah, bunun aracısı olmak istiyor.
İkincisi de Mısır, diyelim ki 1 milyon Gazzeliyi kendi topraklarına aldı. Bir güvenlik endişesi var, çünkü bunun içerisinde Hamas da olacak. Bu, da belki de İsrail’in, Filistinlilere ya da Hamas'a karşı bir sonraki savaşını Mısır topraklarında yürüteceği anlamına geliyor. Mısır tabii ki buna dair endişe duyuyor. Bunun örnekleri var. Mesela 1970’lerde Yaser Arafat'ın hareketi, Lübnan'ın güneyini, İsrail'e savunmak için bir üs olarak kullandı ve sonucunda İsrail Lübnan'ı işgal etti. Şimdi Mısır benzer bir senaryoyla karşılaşmak istemiyor. O nedenle de çok kuvvetli bir şekilde “Biz bunu kabul etmiyoruz” diyorlar. Ben, Sisi’nin yaptığı ‘’Beyaz Saray’a gelmiyorum’’ açıklamasını çok isabetli buldum. Açıkçası, Sisi’den bu kadar cesur bir adım beklemiyordum. Ama bunu söylemiş olması önemli. Bakalım bundan sonra Trump nasıl bir adım atacak? 

Ruşen Çakır: Tabii sizin haberiniz olmayabilir, Türkiye'de bu mesele çözülüyor. Bugün Ahmet Davutoğlu “Gazze Türkiye'ye bağlansın” dedi. Herhalde öyle bir şey olursa, sorun kökünden çözülür. Şaka bir yana, şaka değil aslında, Davutoğlu bunu gerçekten söyledi. Bu arada Putin, Ahmet eş-Şara ile telefonla görüştü, belki görmüşsünüzdür. Görüşmeyi kendisi istemiş diye okudum. Onu da bir not olarak düşelim. Şimdi biraz Amerika Birleşik Devletleri'nden bahsedelim. Biraz önce Daron Acemoğlu’nun sosyal medyada bir paylaşımını gördüm. BBC'ye uzun bir mülakat vermiş ve “Yapay zekâ kötü ellerde diktatörlüklere yol açabilir ya da yapay zekâ sahipleri diktatöre dönüşebilir” diye bir şey söylemiş. Aklıma hemen Elon Musk geldi. Elon Musk sizin orada Trump kadar, belki de Trump'tan daha çok konuştuğunuz bir isim herhalde. En son bir video gördüm, Beyaz Saray'da kafasında şapka, yanında ufak çocuklarından biri, bir şeyler anlatıp duruyordu. Oraları bayağı karıştırıyorlar, değil mi? Amerika Birleşik Devletleri'nde bizden aldıkları o ‘’derin devletle mücadele’’ kapsamında, kurumların birtakım kurallarının epeyce altından girip üstünden çıkıyorlar gibi bir hava var, ne dersin Gönül?
Gönül Tol: Elon Musk, o bahsettiğin toplantıda bürokratik oligarşiyi övüyordu. “Burada işleri yürütecek, halkı temsil eden bürokrasi var, demokrasiye ne gerek var” gibi saçma sapan bir şey söylüyordu. Aslında ilginç bir tartışma var. Dün, Foreign Affairs dergisinde önemli siyaset bilimcilerden bir tanesi bir yazı kaleme aldı ve “Amerika, rekabetçi otoriter bir yöne doğru evriliyor” dedi. Tabii eğer bir yıl önce böyle bir yazı kaleme alınmış olsa, bunu çok dramatik bulurduk. Fakat bugün yazdığı şeyler çok anlamlı ve mantıklı. Türkiye'ye, Erdoğan'a, Victor Orban’ın Macaristan’ına referans veriyor ve diyor ki: ‘’Yabancı liderlerin demokratik yollarla gücü ele alıp, demokrasiyi adım adım nasıl yerle bir ettiğini gördük. Benzer bir şey Trump yönetimi altında Amerika'da da oluyor.” Çok haksız sayılmaz. Çünkü seçimlerden önce, özellikle Erdoğan kıyaslaması yapıldığında ‘’eğer Trump kazanırsa, Amerika Türkiye'ye dönüşür mü?’’ diye hep söylenen bir şey vardı. “Trump nihayetinde sadece 4 yıl başkanlık koltuğunda oturacak. Erdoğan bir gecede otokrasiye dönüştürmedi, 20 yılı vardı” diye bir argüman var.  Buna karşı benim öne sürdüğüm şöyle bir şey var: Erdoğan 2002'de seçildiğinde, belki seçimleri kazanmıştı, fakat aslında Trump kadar gücü yoktu. Trump ise hem Beyaz Saray’ı hem Kongre’nin iki kanadını kontrol ediyor hem Elon Musk gibi insanlar üzerinden medyayı kontrol ediyor. Dolayısıyla, Erdoğan'ın başa geldiğinde sahip olduğu güçten çok daha fazlasına sahip.
Peki, Amerika gerçekten otoriter rekabetçi bir yöne doğru evrilebilir mi? Evet. Trump şu anda bütün bürokrasiyi değiştiriyor. Her yere kendisine yakın insanları getiriyor, bir sürü departmanı kapatıyor, insanları işinden ediyor ve bunun getirdiği artçı şoklar var. İnsanlar artık bir taraftan eleştirmekten korkuyorlar. Bir taraftan, mesela önemli gazetelerden Washington Post'un sahibi Jeff Bezos gibi insanlar daha temkinli davranıyor. Yani, Trump’ın medya üzerinde de ciddi bir etkisi var. Diğer taraftan, iş dünyasında da ‘’Trump'la ters düşmeyelim’’ endişesi var. Trump hem kurumları ele geçirmiş hem de otosansüre sebep olan bir iklim yaratmış durumda. Fakat burada güzel haber ne? Aslında burada geçilmemesi gereken kırmızı çizgi, yargı. Erdoğan’la kıyaslarsak, Erdoğan'ın otokrasi kurması uzun sürdü. 2013’teki Gezi Direnişi, otokratik evrilme konusunda bize fikir verdi. Fakat aslında 2014'ten itibaren yargı kararlarına uymaması, o otokratik geçişin habercisi oldu ve o eğilimi güçlendirdi. Trump açısından da yargı kararlarına uymamak, geçilmemesi gereken bir kırmızı çizgi. Eğer o kırmızı çizgi geçilirse, bu bahsedilen rekabetçi otoriter evrimin hızlanmasını bekleyebiliriz. Peki bu kırmızı çizgi geçildi mi? Evet, geçildi. Trump ilk geldiği haftalarda birtakım kararnamelere imza attı. Mesela, kamu kurumlarını küçültme planı kapsamında ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nı (USAID) kapatıp, programlarını durdurdu. Sendikalar bu j-kararla ilgili dava açtılar ve mahkemeler bu kararı durdurdu. Onun dışında, mahkeme Trump'ın bu kararnamelerine karşı bir sürü karar aldı. Başkan yardımcısı JD Vance “Bu bizi bağlamaz” dedi. Bu çok önemli bir an. Mahkemelerin nerede duracağı ve Trump'a karşı hem bürokratik hem toplumsal direncin ne kadar güçleneceği, Amerika'nın bu rekabetçi otoriter rejime ne kadar hızlı evrileceğini gösterecek.

Ruşen Çakır: Ömer, ne diyorsun? Orası otoriterlikte tam gaz gidiyor mu? Siz de olayın tadına bakacak mısınız nihayet?
Ömer Taşpınar: Şu anda kamuoyu yoklamalarında Trump'a %53 oranında  destek var ve bu Trump'ın elini güçlendiriyor. Trump siyasi kariyerinde ilk defa bu kadar yüksek bir desteğe sahip. Kendisine oy verenler, “Seçimi kazandı ve seçimi kazandıktan sonra da zaten vadettiği şeyleri yapıyor, buna niye şaşırıyorsunuz?” diyorlar. Fakat o %53'ün yanında, %47'lik bir blok da Trump'a karşı çıkıyor ve bu karşı çıkış bloku, hiçbir başkanın ilk döneminde bu kadar yüksek olmamış. Mesela Reagan geldiğinde, ilk döneminde Reagan’ın destek oranı %60'a kadar çıkmış, ama karşı çıkanların oranı %7 imiş. Bir bakıma şu anda ciddi bir direniş cephesi var. Fakat bu direniş cephesinin parlamentoda Demokratların içinde oldukları kaotik durum nedeniyle fazla bir gücü yok. Parlamento, yani Temsilciler Meclisi yeterince yüksek ses çıkaramıyor. Demokratlar kendi içinde bir hesaplaşma halinde.
Elon Musk meselesi ciddi bir mesele. Time dergisi Elon Musk'ı kapak yaptı ve Oval Ofis’teki başkanlık koltuğuna oturmuş şekilde bir fotoğrafını koydu.  Tabii Trump buna çok bozuldu çünkü Elon Musk'ın ön planda olmasından rahatsız oluyor aslında. Fakat bu aralarındaki de geçici bir arkadaşlık değil. Elon Musk finansal olarak çok güçlü. ‘’Elon Musk ve Trump dostluğu ne kadar sürer?’’ diye bir sürü insan bahse giriyor. Bu geçmişte kurduğu koalisyonlardan, Silikon Vadisi’yle, teknolojiyle kurduğu koalisyondan da farklı bir koalisyon. Elon Musk'ın elinde bir sosyal medya imparatorluğu da var. Finansal olarak da Trump’ın seçimi kazanması için 250 milyon dolar harcadı. Trump'ı gerçekten hem maddi olarak hem de siyasi ve sosyal medya anlamında çok destekliyor. Elon Musk şu anda züccaciye dükkanında bir fil gibi hareket ediyor. Bir sürü yere girip kırıp döküyor. Tabii bunlara mahkemeler tarafından gelen tepki var. Gönül’ün anlattığı gibi o mahkemelerin tepkisi, Amerika güçler ayrımı üzerine kurulduğu için çok önemli. Diyelim parlamento görevini tam olarak yerine getiremiyor, yargının görevini yerine getirmesi lazım. Bu konu, yani Başkanlık sisteminde başkanın yetkileri nasıl kullanılabilir?’’ konusu muhtemelen Yüksek Mahkeme’ye kadar çıkacak. Bu mesele şu anda cumhuriyet ve demokrasi tartışması yaratıyor. Amerika'nın cumhuriyet olduğuna inananlar, tıpkı Türkiye'de olduğu gibi, “Cumhuriyetin belirli prensipleri vardır ve mahkemeler bu cumhuriyet prensiplerini korumakla yükümlüdür” diyorlar. Ama demokrasi argümanı yapanlar “Bütünüyle halk otoritesi ve milli irade, halk konuştu ve seçimleri kazandı. Dolayısıyla, demokrasilerde halkın istediği olur. Kamuoyu yoklamalarına da bakın, Trump son derece popüler ve şu anda yaptıkları meşru, çünkü halkı temsil ediyor” diyerek, bürokratik yapıyı ve mahkemeleri derin devlet olarak gösteriyorlar.
AK Parti'nin, zamanında Cumhuriyete, mahkemelere, başsavcılara, partiyi kapatmaya çalışan askeri vesayete karşı kullandığı terimleri hatırlayalım. Türkiye'de AK Parti belli bir kontekst içinde bu kadar otoriterleşti. Türkiye'de Cumhuriyet dediğimiz yapının ve Atatürkçü prensipleri savunan başta Türk Silahlı Kuvvetleri, sonra yargının AK Parti ile yaşadığı çekişmeyi hatırlıyoruz. 2007-2008'de e-muhtıra, sonra Anayasa Mahkemesi’nin AK Parti'yi kapatmaya çalışması, Türkiye'de de aslında bu demokrasi ve cumhuriyet tartışmalarını beraberinde getirmişti. Burada da oraya doğru gidiyor gibiyiz. Trump ekibi, Trumpçılar demokrasi havariliği yapıyorlar ama mahkemeler, basın, sivil toplum “Bu bir Cumhuriyet. Halkın gücünü dengeleyici kurumlar vardır, cumhuriyetin prensipleri vardır. Güçler ayrımı, medyanın özgürlüğü, fikir ve düşünce özgürlükleri gibi kavramların korunması gerekiyor” diyerek, demokrasi dışında, biraz daha liberal bir cumhuriyet tanımı da yaparak bir karşı argüman üretiyorlar.
Amerika çok ilginç bir dönemden geçiyor. Beni endişelendiren, Trump'ın şaka yollu “Niye benim sadece bir dönem iktidarda kalacağımı söylüyorsunuz? Bir dönem daha kalabilirim” demesi. Sonuçta çok rahat şöyle bir argümana getirebilir: ‘’Anayasa arka arkaya iki dönem yapamaz” diyor. Roosevelt biliyorsun üç dönem yaptı, hatta dördüncüye gidiyordu ama o zaman II. Dünya Savaşı vardı. Üçüncü dönemine gitmişti, dördüncü dönemine de gidebilirdi. Zaten o zaman iki dönem yapabilir diye Anayasa kuralları getirildi. Şimdi Trump oraya doğru götürebilir.

Ruşen Çakır: Ben bunları bir yerden biliyorum Ömer. Demin söylediğin demokrasi-cumhuriyet tartışmasını biz yaşadık. Geçenlerde bir yerde AK Partili bir milletvekiliyle karşılaştım. “Ben geçenlerde Mecliste partinizin grup toplantısına gitmiştim ama orada sizi göremedim” dedim. Bana ne dedi biliyor musun? Seçilmişler yönetiyor ya “Meclis’in artık hiçbir etkisi yok ki” dedi. AK Parti milletvekili “Niye gideyim?” diyor. Mesela Türkiye'de Cumhurbaşkanının atanmış bir danışmanı ya da atanmış bir bakanı, bürokratı birçok kişiden daha güçlü. Bir tek kişi seçiliyor, o argüman oraya gidiyor. Cumhuriyet-demokrasi tartışmasında seçilmişlerin hakimiyeti, tek kişinin seçilmesine indirgeniyor. Sizde de öyle olacak böyle giderse. Senato ve belki Temsilciler Meclisi de daha sonra çok işlevsiz kalabilir.
Ömer Taşpınar: Daha tehlikeli olan, buraya gelmesi için otoriter yapıda bir zihniyetin 4 yıldan, 8 yıldan daha fazla görevde kalması ve seçimlerin de meşruiyetinin sorgulanmaya başlanması gerekiyor. Amerika'da seçimlerin meşruiyetini sorgulayan hiçbir zaman muhalefet, Demokratlar olmadı, Trump oldu. Trump bir daha kaybederse, gerçi bir daha girmeyecek seçimlere ama mesela bu seçimleri kaybetseydi, hemen seçimlerin meşruiyetini sorgulayacaktı. Şu anda şaka yaptığı şeyi aslında istediği yönünde de bence gayet ciddi emareler olabilir. Çünkü yaşı el verirse, görevi bırakmak istemeyebilir. 2016'da gelip 2020'de seçimlere gittiğimizde, 2020'de görevi bırakmak istemediği çok belliydi ve seçimleri kaybettikten sonra Trump “Seçimleri hileyle kaybettim. Bu seçimler gerçek seçim değil” söylemini ortaya koyduğunda, Amerika acaba bir savaş ilan edebilir mi korkusu içine girmişti. “Giderayak İran'a, Çin'e saldırır mı ve birdenbire bir kriz yaratıp, Roosevelt'in dediği gibi ‘’benim görevde kalmam gerekiyor’’ gibi bir şey yapar mı? demişti. O dönemki Genelkurmay Başkanı Mark Milley’di. Çin alarma geçerek Genelkurmay Başkanını aramıştı. Milley “Kesinlikle böyle bir şey yok, bunun garantisini size verebilirim” dedi. Bu nedenle de şu anda Mark Milley zaten Trump'ın en nefret ettiği askerler listesinde.
Trump dört yıl sonra gitmemek için uğraşırsa, medya ve mahkemeler üzerinde baskılar büyürse, buradaki vergi toplama kurumu IRS gidip Trump'ın kendine düşman olarak gördüğü özel sektör, medya, kurumlar ve sivil toplum örgütlerinin üzerine giderse, bu, cumhuriyet-demokrasi arasındaki tartışmadan çıkar, ciddi bir otoriter devreye girebilir. Trump'ın bu dört yıl içinde kurumlara karşı nasıl bir tutum içinde olacağını, özellikle de mahkemelere ve medyaya karşı ciddi önlemler getirip getirmeyeceğini izlememiz gerekiyor. Şu andaki gidişat pek iyi bir gidişat değil. 

Ruşen Çakır: Bu arada Türkiye'yi de yakından ilgilendiren bir gelişme olmuş. New York Belediye Başkanı hakkındaki yargılama süreci de iptal oluyormuş galiba. Çünkü Trump'la görüşmüştü, belli ki ona biat etti ve galiba affediyorlar, değil mi Gönül? Türkiye’yi birinci derecede ilgilendiren bir olaydı. Türk bir iş insanının rüşvet vermesi gibi iddialar vardı.
Gönül Tol: Evet, Eric Adams, Mar-a-Lago’ya çok gitti. Trump açısından da biat etmiş oldu. Fakat aynı zamanda Trump açısından New York çok önemli bir yer. Çünkü illegal göçmen nüfusunun yoğunlaştığı bir yer. Trump o konuda da onun yardımına ihtiyaç duyuyor.  O nedenle bir anlaşmaya varılmış gibi görünüyor.

Ruşen Çakır: Evet, size kolay gelsin. Bakalım dört yılı nasıl geçireceksiniz. Ama baksanıza bir 4 yıl daha varmış. Allah kolaylık versin diyeyim. Arada tüyo isterseniz veririz. Evet, ‘Transatlantik’e burada noktayı koyuyoruz. Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’a teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
23.02.2025 AKP Türkiye’yi dönüştürürken kendisi de dönüştü
16.02.2025 Bahçeli iyi, Erdoğan kötü polisi mi oynuyor?
14.02.2025 Haftaya Bakış (254): TÜSİAD'ın çıkışı, CHP'de ön seçim & CHP'li belediyelere operasyon
13.02.2025 Ali Çarkoğlu ile söyleşi: Ön seçim CHP için iyi bir fikir mi?
12.02.2025 Transatlantik: Trump Gazze'yi alabilir mi? & ABD'de "Cumhuriyet mi, demokrasi mi?" tartışması
11.02.2025 Gün Zileli: Maoculuktan anarşizme 60 yılı aşkın bir militanlık öyküsü
10.02.2025 Kürt sorununun çözümü için neler gerekli? Prof. Mustafa Erdoğan ile söyleşi
09.02.2025 Bu AK Parti’nin İstanbul’u geri alması çok ama çok zora benziyor
07.02.2025 Haftaya Bakış (253): CHP'de adaylık tartışması | Öcalan'ın açıklamasını beklerken
07.02.2025 Seçmenin siyasete ilgisizliği devam ediyor: Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
23.02.2025 AKP Türkiye’yi dönüştürürken kendisi de dönüştü
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı