Transatlantik: Yeni Suriye’de Türkiye’nin rolü - Yemen İsrail’in hedefinde

25.12.2024 medyascope.tv

25 Aralık 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. 2024’ün son “Transatlantik”i ile karşınızdayız. Ömer Taşpınar ve Gönül Tol Washington’da. Arkadaşlar, merhaba.
Tol-Taşpınar: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Ömer, sen geçen hafta yoktun, biz Gönül’le uzun uzun Suriye’yi konuştuk. Senden bir değerlendirme alalım. Suriye’den Noel kutlaması görüntüleri geliyor. Noel nedeniyle resmî tâtil îlân edildi. Şam Vâlisi Hıristiyanları tebrik ediyor, çarşı pazar geziyor. Dünyanın dört bir tarafından akın akın temsilciler gidiyor. Ama en çok dikkat çeken Türkiye oluyor tabiî. En son Hakan Fidan gitti, bayağı sıcak karşılandı. Türkiye’de değişik bakanlıklardan sürekli açıklamalar var. Türkiye sanki bu işin taşıyıcısı olmuş gibi bir görüntü var ve Türkiye’nin himâyesinde HTŞ’nin ülkeyi yeniden inşâ girişimine çok fazla da bir îtiraz yok Batı’da. Ne dersin?
Ömer Taşpınar: Doğru, îtiraz yok, çünkü daha henüz erken. Ortada çok şikâyet edilecek, endîşe verici bir durum yok. Senin de bahsettiğin gibi, dinî açıdan önemli; Noel döneminden geçiyoruz ve herkesin korkulu rüyası iç savaşa tekrar geri dönüş veya cihadcı kimliği olan bir hükûmetin azınlıklara, özellikle Hıristiyan ve Müslüman olmayan azınlıklara, Kürtlere, özellikle Alevîlere rövanşist bir şekilde yaklaşması endîşesi şu anda gerçekleşmemiş durumda. O nedenle Türkiye’nin etkisi de temkinli bir iyimserlikle karşılanıyor. Türkiye’nin Suriye’deki bu gelişmelerden çok kârlı çıktığı, İran’ın ve Rusya’nın kaybettiği, Türkiye’nin kazandığı, artık ezberlenmiş yorumlar hâlinde Batı’da sürekli olarak yapılıyor. Evet, Hakan Fidan’ın gitmesi önemliydi; fakat dünya gündemi açısından, herhalde daha çok, Amerika’nın resmî ziyâreti, bakan yardımcısı seviyesinde Dışişleri Bakan Yardımcısı Barbara Leaf’in resmî bir ziyâret yapması daha da önemli. Zîra HTŞ’nin terör listesinden çıkarılması konusundaki adımlar Amerika’dan gelecek. HTŞ bu listeden çıkarıldığında, Suriye’de belirli bir istikrar sağlanırsa, en azından uluslararası örgütlerden, Dünya Bankası’ndan ekonomik yardımın gelmesi daha meşrû bir platforma ulaşacak. O nedenle Amerika’nın nasıl baktığı, Türkiye’nin nasıl baktığı kadar önemli. Amerika’dan gelen ilk açıklamalarda 10 milyonluk fidyenin kaldırılması ve Suriye’de atılacak ilk adımların olumlu yönde olması takdirle karşılanıyor. Fakat bir yandan da Amerika sürekli olarak, “Söylenenlere değil yapılanlara bakacağız” diyerek ihtiyatla yaklaşıyor.
Yapılanlarda henüz rahatsız edici bir durum yok. Fakat Ahmet eş-Şara şöyle bir ikilemle karşı karşıya kalacak: Amerika’nın istediği en önemli şey IŞİD’le mücâdelenin devam etmesi. Amerika açısından Suriye’nin Müslüman Kardeşler’vâri bir yapıya dönüşüp otoriterleşmesi endîşe verici, ama hayâtî öneme sâhip değil. Amerika açısından hayâtî öneme sâhip bir konu varsa, bu, Türkiye’nin tam olarak ciddiyetini bence hiçbir zaman kavrayamadığı IŞİD meselesi. Türkiye’de IŞİD meselesinin ciddiyeti kavranmadı; çünkü IŞİD’le Kürtler savaştı. “Türkiye, Kürtleri mi –PYD’yi mi PKK’yı mı–, IŞİD’i mi daha hayâtî bir tehdit olarak algılıyor?” dendiğinde, tabiî ki Türkiye’nin bildiği terörizm tanımı her zaman PKK ve etnik terörizm üzerinden yapıldı. Fakat Amerika ve dünya açısından, terörizm dendiğinde mesele hiçbir zaman etnik olmadı. Daha çok, dinî, cihadcı, radikal İslâmcı terörizm oldu. IŞİD, El Kaide gibi örgütler, Amerika ve Batı açısından çok daha ölümcül tehditler. Türkiye açısından ise tehdit algılaması farklı. Şu anda HTŞ açısından önemli bir kriter, bana göre de Amerika’nın yüksek sesle istediği şey, IŞİD’le mücâdelede tâviz verilmemesi. Burada da IŞİD’le en ciddî mücâdeleyi kimin verdiği mâlûm. Bu konuda da Türkiye’nin bâzı önyargıları var. Türkiye hiçbir zaman PYD/YPG’yi tam olarak IŞİD’le mücâdele veriyorlar diye görmedi. Türkiye hep “Bunlar devlet kurmak istiyor, Amerika’yı kandırdılar, hâlâ da kandırıyorlar” diye bakıyor.
HTŞ, Ahmet eş-Şara, YPG ile nasıl bir ilişki kuracak? Belirli bir otonomi isteyen, belirli haklar isteyen, belki de silâh bırakmak istemeyen YPG ile nasıl ilişkiler kuracak? Onlara silâhsızlandırma, baskı, üniter devlet, “otonomi vermiyoruz” dediği zaman, bu, IŞİD’le mücâdeleyi nasıl etkileyecek? Bence bu konularda Amerika’nın ciddi endîşeleri var. HTŞ’nin terör listesinden çıkarılması ve yaptırımların azaltılması kademeli olarak gelecek. Bir sürü kriter olacak; ama önemli kriterlerden bir tânesi de Kürtlerle ilişkilerin nasıl olacağı. Türkiye’nin talebiyse, Hakan Fidan diplomatik bir şekilde kameralar önünde söylemese de kapalı kapılar arkasında söylediği şey, Kürtler konusundaki talepleri. YPG/PYD’nin bir şekilde silâhsızlandırılması ve üniter devlet çerçevesinde hiçbir zaman burada bir otonomiye gidiş olmaması. Ahmet eş-Şara, HTŞ, bir bakıma Amerika ile Türkiye arasında sıkışıyor ve Amerika ile Türkiye arasında bir karar vermek zorunda olabilir. Nasıl bir pragmatizm içinde devam edecek? Amerika ile ilişkiler mi daha önemli, Türkiye’nin istedikleri mi daha önemli?
Bunun ikinci boyutu da Türkiye’nin Amerika ile ilişkilerinin önümüzdeki dönemde nasıl etkileneceği. Trump’ın göreve gelmesine çok az kaldı. Erdoğan Trump’la, Amerika’yla nasıl bir pazarlık içine girecek? Eğer Türkiye’nin istediği, Amerika’nın bir an evvel Suriye’den çıkması, YPG’ye olan desteğin sona ermesiyse, bu, bana kısa dönemde çok gerçekçi gelmiyor. En azından benim görebildiğim kadarıyla, özellikle Pentagon içindeki hava, gerek Irak’ta gerek Suriye’de IŞİD’in tekrar palazlanma dönemine girdiği. Girdiği diyorum, girebileceği değil. Çünkü IŞİD 2024 yılında, 2023’e oranla daha fazla toprak kazandı ve daha fazla saldırıda bulundu. IŞİD’i detaylı tâkip eden uzmanlar bunun farkında ve Amerika’nın şu anda bölgeden çıkmasının IŞİD’le mücâdelede sorunlar yaratacağını söylüyorlar. Bu mesaj Trump’a CENTCOM tarafından verilecek ve Trump, “Ne işimiz var bizim, artık çıkalım oradan” dediğinde “Henüz IŞİD bitmedi” mesajını verecekler ve muhtemelen kademeli bir çıkıştan bahsedilecek. Amerikan askerlerinin sayısının 900’den 2 bine çıkarılmış olması, zâten bunun ön sinyali. İki bine çıkmış Amerikan askerlerinin sayısı, kolay bir şekilde bine indirilebilir. Sayı binde kalsaydı 500’e indirmek gerekecekti. Eğer IŞİD meselesinde belirli ve ciddî tehditler devam etmezse, IŞİD’le mücâdelede başarı kazanılmaya devam ederse, bence Amerika çıkacak. Ama bu çıkış bir takvime oturtulacak ve 2025-2026’da kademeli olarak bir çıkış söz konusu olacak. Dolayısıyla, Türkiye’nin Kobani ve Münbiç üzerinde, daha sonrasında Fırat'ın doğusuna yapacağı askerî saldırılar, Amerika'yla koordine edilmek, hattâ Amerika’dan bir şekilde yeşil ışık alınarak yapılmak zorunda olacak. Aksi takdirde 2019’daki durumlara dönebiliriz. Yani, Türkiye-Amerika ilişkilerinde ciddî bir YPG krizi tekrar yaşanabilir. Bunun yaşanmaması için de Tayyip Erdoğan muhtemelen kendi çapında zekice bir teklifle gelebilir: “Kürtler sizin için bu kadar önemliyse, biz Kürtlerin yaptığı mücâdeleden daha fazlasını IŞİD'le yaptık, yapmaya da devam ederiz. Gerekirse biz oraya çok daha fazla asker koyarak IŞİD’le mücâdeleye devam ederiz. Bu konuda yeni bir döneme girelim” teklifini getirebilir. Ama Türkiye açısından bunun ciddî riskleri olur. Türkiye’de bir IŞİD yapılanması olabilir. Türkiye’de IŞİD saldırıları olabilir. Kürtlerin nasıl bir tepki vereceği önemli. Tabiî ki burada Ahmet eş-Şara’nın Amerika ile ilişkilerine bakmak gerekecek. Ama Türkiye, Erdoğan, Trump’a böyle bir teklif yaptığında, Trump bu teklifi hemen Pentagon’daki generallere sunup, “Bakın Türkiye böyle diyor. Onlar bu işi yapmak istiyorken biz niye kendi askerimizi ve kendi paramızı harcayalım” diyerek Türkiye’nin tezlerine yaklaşabilir. 2025’in ilk aylarında böyle bir senaryo görmek de mümkün.

Ruşen Çakır: Gönül, sen ne diyorsun? Geçen haftadan bu yana çok olağanüstü büyük gelişmeler olmadı. HTŞ yönetimi artık takım elbisenin yanına kravatlar da ekledi. Görevlendirmeler yapıldı. Silâhların tek elde, bir orduda toplanması karârı verildi. Ama YPG şu anda buna dâhil değil. Ama diğer muhâlif gruplar sanki bunu kabul etmişler gibi. Normal bir şekilde çok fazla rahatsızlık çıkartmadan yürümeye devam ediyorlar sanki ve Türkiye’nin rolü de daha net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Gönül Tol: Evet Ruşen, aslında geçen haftadan bu yana çok önemli bir gelişme oldu. Geçen haftaki yayınımızda https://medyascope.tv/2024/12/18/trump-erdogani-neden-ovdu-video/ yeni hükûmetin önündeki en büyük problemin, bu silâhlı milisleri bir şemsiye altında toplayabilmek olduğunu ve bunun çok önemli bir sorun olduğunu söylemiştik. Şimdi, onu yapacağına dâir bir anlaşmaya vardı. İçerisinde, Türkiye’nin desteklediği Suriye Millî Ordusu’na bağlı güneydeki milislerin de olduğu bir sürü silâhlı grubun, ortak Suriye Ordusu’na entegre olmak için bir anlaşmaya vardığı görülüyor. Tabiî buna YPG ve Suriye Demokratik Güçleri tâbi değil. Asıl orada ne olacağı çok önemli. Dolayısıyla, önemli bir adım atılmış oldu. Evet, Türkiye çok başat bir rol oynayacak. Erdoğan Suriye’de ne yapmanın taahhüdünü veriyor? “Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasında biz yardımcı olacağız. Etnik ve mezhepsel bölünmelerin engellenmesi için Türkiye Suriye’ye yardım edecek” diyor. Başka nelerin taahhüdünü veriyor? “Türkiye, birleşik bir Ulusal Suriye Ordusu kurulması konusunda da yardım edecek” diyor. TSK liderliğinde, NATO’nun eğitim verdiği bir yapıdan bahsediliyor. “Yeni bir anayasa yapılması ve kapsayıcı bir yönetim kurulması konusunda da Türkiye yardımcı olacak” diyor. Bir de yeniden îmar ve Türkiye’deki mültecilerin Suriye’ye yeniden gönderilmesi meselesi var. Bu yeniden îmârın içerisinde, enerji ve elektrik altyapısının yeniden inşâsı gibi konularda Türkiye’nin çok önemli bir rol oynayacağını görüyoruz. Hattâ Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin, Emevî Câmii’nin halılarını bile değiştireceklerini söyledi. Dolayısıyla, Türkiye Suriye’de bir mini ulus inşâsına girişmiş durumda. Güçlü kurumların kurulması konusunda taahhüt veriyor.
Tabiî bütün bunlar bir taraftan da çok ironik geliyor bana; çünkü Erdoğan rejimi altında güçlü kurumların içlerinin boşaltıldığı ve pek çok kurumun da işlerliğini yitirdiği bir Türkiye, Suriye içerisinde kurum inşâsına giriyor. Türkiye’nin oynamayı taahhüt ettiği rolün altını oyabilecek önemli birkaç kritik nokta var. Birincisi, Türkiye bu yeni Suriye’yi inşâ ederken “İran ve Rusya nasıl bir rol oynayacak?” ve “Körfez ülkelerinin endîşesi nasıl giderilecek?” konusu. İran’ın Esad dönemi altında oynadığı rolü yeni Suriye’de oynamasını beklemek gerçekçi değil. Ama bir taraftan da İran’ın hâlâ Suriye içerisinde bu yeni oluşturulmaya çalışılan yapıyı istikrarsızlaştırma kapasitesi var. Onun için, bir şekilde İran’ın da angaje edilmesi gerekiyor. Ama bence İran elini kötü oynuyor. Meselâ Hamaney, HTŞ liderliğinde yeni bir hükûmet kurulduktan hemen sonra X platformunda şöyle bir mesaj paylaştı: “Suriye’nin gençlerinin önünde önemli bir alternatif var. Ülkede hiçbir şey çalışmıyor. Gelecekleri için mücâdele etmeliler” diyor. Aslında bu, kapalı bir “Yeni hükûmete karşı ayaklanın” mesajıydı. Sonra, Hamaney’e yakın birkaç isim de bu hafta bunu tekrarladı ve Suriye’nin gençlerini neredeyse silâhlı bir mücâdeleye dâvet etti. Yüksek lisansını Türkiye’de yapan yeni Suriye Dışişleri Bakanı da uyardı ve “İran Suriye halkının talebine ve isteklerine saygı duymak zorunda. İran’ı uyarıyoruz” dedi. Dolayısıyla İran, bu yeni Suriye içerisinde nasıl bir rol oynayacağı tartışmalarına kötü bir adım atarak durumu sekteye uğratmış oldu. Türkiye, İran’la ilişkilerini bütün gerilimlere, güç mücâdelesine rağmen, bugüne kadar bir dengede tutmaya çalıştı. Türkiye, İran’ın yeni Suriye’de nasıl rol oynamaya çalışacağını da yönetmek zorunda ve kolay bir iş değil.
İkincisi, Türkiye açısından daha önemli olan, Rusya’nın nasıl bir rol oynayacağı. Rusya Suriye’de üslerini tutmak istiyor ve yeni hükûmetle bir müzâkere sürecine girildiği anlaşılıyor. Bir taraftan tabiî yeni hükûmet yeni Suriye’de muhtemelen Rusya’yı istemeyecektir; fakat bir taraftan da Rusya’yı angaje etmeye mecbur. Çünkü HTŞ Birleşmiş Milletler’in terör örgütü listesinde ve bu listeden çıkarılması için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin onayı gerekiyor. Rusya’nın da veto yetkisi var. Dolayısıyla Rusya’nın taleplerine de kulak kabartmak zorunda.
Son olarak da Körfez’in rolü ne olacak? Körfez çok net; Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudî Arabistan İslâmcı bir yönetimin Şam’a gelmiş olmasından rahatsız. Bunun içerisine Mısır’ı da ekleyelim. Türkiye bir süredir, İslâmcı otokratları devirip, İslâmcı İhvan liderliğinde hükûmet kurma politikasını bırakmıştı. Bu politika, Türkiye için Körfez’le ilişkilerine mal olmuştu. Bölgede Türkiye’nin rolünü marjinalleştirmişti. 2018-2019’dan îtibâren bunları bir toparlama içerisine girmişti. Şimdi geldiğimiz noktada aynı tehdidi görüyoruz. Körfez ülkeleri rahatsız ve Türkiye’nin bir şekilde bu ülkeleri de angaje etmesi gerekiyor. Bunlar diplomatik olarak kolay manevralar değil, o anlamda da Türkiye’yi zorlayabilir.

Ruşen Çakır: Evet Ömer, İsrail’den biraz bahsedelim. Suriye’de çok etkili, –belki Türkiye’den sonra ya da eşit oranda– Suriye’den en memnun olan ülkelerin başında geliyor. Netanyahu “Ortadoğu'da dengeleri değiştireceğiz” demişti. Geçenlerde “Değiştirdik gördünüz” dedi. En son, ilk kez resmî olarak Tahran’daki Haniye sûikastını da üstlendiler, sırada Yemen’in olduğunu söylediler. O “Direniş Ekseni”nin yâhut da “Şiî Hilâli”nin son kırılmamış halkası olarak Yemen kaldı. Bayağı bir yara aldı. Yemen küçük bir ülke; ama yine de sembolik bir anlamı var. Yemen hakkında ne diyorsun? Bir de tabiî, İsrail’in bölgede istediğini bu kadar çok elde etmesi ve Trump’ın gelecek olmasıyla daha da güçlü olacağı gerçeği var. Tabiî bir başka olay da Türkiye’nin bölgesel güç olarak Suriye üzerinden iyice sivrilmesi var. Netanyahu ile Erdoğan arasında çok ciddî sorun olduğunu da biliyoruz.
Ömer Taşpınar: Evet, büyük resme baktığımızda, bu son birkaç aydaki gelişme ve özellikle Suriye’deki rejimin çökmesi Türkiye’yi güçlendirdi; ama aynı zamanda İsrail’in İran’la olan mücâdelesinde de en son hamle olarak değerlendiriliyor. Suriye’de Esad rejiminin düşmesi, İsrail açısından bir bakıma İran’a en yakın Arap rejiminin çökmesi, Şiî ve Alevî kimliği olan bu azınlık rejiminin çökmesi, İsrail’in İran’a karşı yürüttüğü mücâdeleyi taçlandırıyor yorumu sık sık yapılıyor. Hamas bugün dağılmış durumda, Hizbullah ölümcül darbeler yedi. Lübnan’da zâten çok dağılmış bir yapı var. Hizbullah’ın zayıflaması İsrail’in lehine oldu. Şiî direniş cephesinden kim kaldı diye baktığımızda, evet, Irak’taki Haşdi Şabi kaldı — ki bu önemli. Irak’ta çok ciddî bir İran yapılanması var ve İran’ın Irak üzerindeki etkisi devam ediyor. Burada bir zayıflama yok; hattâ tam tersine, İran Irak'taki milislerine daha da asılacağa benziyor, bunları daha da güçlendirmeye çalışabilir. Çünkü gerçekten operasyonel olarak kendisine bağlı bir tek onlar var.
Yemen boyutu önemli. Yemen çok küçük bir ülke değil, 40 milyona yakın bir nüfûsu var. Nüfûsu çok hızlı büyüyor ve ülkenin üçte ikisine yakın bir kısmı, İran’a yakın Husi milislerinin elinde. Bu aşîret yapısı, ama aynı zamanda operasyonel olarak da İran’dan, Hizbullah’tan destek alan, dolayısıyla Şiî direniş cephesine en başından beri ciddî katkıda bulunan, Kızıldeniz’deki ticâret ağını paralize edecek kadar elinde drone’ları ve balistik füzeleri olan bir askerî yapı var. Birleşik Arap Emirlikleri ve İran, Husilerin bu askerî yapısını son 10 yıl içinde ciddî saldırılarla yok etmeye çalıştı ,ama başarılı olamadı. Suudî Arabistan Yemen’de bir barış ve istikrar çabası içinde; Yemen ve Husileri bir şekilde pasifize etmek istiyor. Çünkü gerek Birleşik Arap Emirlikleri gerek Suudî Arabistan açısından, Husilerin attıkları misiller veya drone saldırıları Abu Dhabi veya Riyad ve Cidde gibi, Suudîlerin 2030 vizyonu çerçevesinde yeni kurmak istedikleri teknolojik şehirleri çok tehdit edebilecek unsurlar. Husiler, Körfez’deki petrol dışı kalkınma modeli arayan Suudî Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ekonomisini sallayabilecek güçte ve bu mücâdelede çok başarılı olamadılar; Husiler bir şekilde galip çıktı. Ellerinde toprak tutuyorlar.
7 Ekim saldırılarından önce bir barış süreci devam ediyordu. Hamas’ın 7 Ekim saldırısı, bir şekilde Husileri daha da şahlandırdı ve bahsettiğim gibi Kızıldeniz’deki ticâreti paralize edebildiler. İçinde Bahreyn’in de olduğu Amerika ve Batı koalisyonu, Husilere bir nevi savaş îlân etti. Fakat aradan altı ay geçmesine rağmen, Husilerin hâlâ füze atabildiği, hala drone çıkarabildiği bir yapı var. Çünkü Husiler, Hizbullah ve Hamas gibi düzenli askerî yapılanmadan çok, daha anarşik, daha atomize olmuş, caydırılabildiği daha zayıf bir yapılanma içinde. İyi saklanabiliyorlar. Çok dağınık ve geniş bir coğrafyada ellerinde askerî imkânlar var. Hizbullah buraya ciddî yatırımlar yaptı, eğitim verdi. İran da uzun süre oraya para ve füze akıttı. Son dönemde gördüğümüz ilginç bir şey, Husilerin İsrail’de Tel Aviv üzerine yoğun drone ve balistik füze saldırılarıydı. İsrail bunların %80-90’ını hava savunma sistemiyle durdurabiliyor. Ama meselâ geçen hafta Tel Aviv’de bir parka bir şarapnel düştü. Bu füzelerin bir kısmı vurulabiliyor, ama sonuçta ağır metal parçalar düşebiliyor. Tel Aviv’de 14 kişinin yaralandığını duyduk. Bu, İsrail gibi, bir bakıma dokunulmazlık isteyen ve hiçbir şekilde toleransı olmayan bu tür kırılgan bir ülke için son derece zor bir durum. Yani bu, Hamas’ı ve Hizbullah'ı caydırmak gibi bir meseleye benzemiyor. “Husilerin liderini öldüreceğiz” diyor, dünya Husilerin lideri tam kimdir bilmiyor. Dediğim gibi, ortada daha anarşik, daha atomize olmuş bir yapı var.
Dolayısıyla, Husiler şu anda İsrail üzerinde beklemedikleri kadar etkili olabiliyorlar ve Hamas’ın, Hizbullah’ın ve İran’ın vuramadığı bir darbeyi, önümüzdeki günlerde daha ciddî olarak yapabilirler. Tel Aviv’e düşecek herhangi bir füze, eğer bir sivil mahalleye düşerse, İsrail hemen alarma geçiyor ve insanlar barınaklara geçiyorlar, ama yeterince zaman olmazsa, İsrail burada ciddî sivil zâyiat verebilir. İsrail’in bu füzeler ve drone’lar konusunda şöyle bir avantajı var: Sonuçta Yemen İsrail’e 1600 km uzaklıkta. Herhangi bir füze ve drone geldiğinde, ellerinde barınaklara inebilmek için yeterince zaman oluyor. Dolayısıyla, böyle yüzlerce İsrailli sivilin öldürülebildiği bir senaryo çok gerçekçi gözükmüyor. Ama Husiler, İsrail’i bunaltacak ve İsrail toplumunu zorlayacak bir rakip ve bu tabiî ki İran için de bir koz.
Şununla bitireyim: İran için Husiler, direniş cephesinin bir parçası olarak bilinir. Ama bunlara Hamas, Hizbullah, Haşdi Şabi, Suriye diye baktığımızda, Husiler, İran’ın belki de en az kontrol edebildiği bir oluşum. İran askerî destek veriyor, fakat Husiler taktiksel ve operasyonel detaylar konusunda bağımsız hareket edebilecek bir güç. Dolayısıyla, İran’ın yüzde yüz kontrol edebileceği bir güç de değil. Tabiî ki kendi bağımsız İslâmcı irâdesiyle “İsrail’e ölüm”, “Amerika bölgeden çıksın” gibi sloganlarla hareket eden bir Husi yapılanması var. Tekrar edeyim: Husilere karşı, Suudî Arabistan’ın başını çektiği, 10 yıldan beri devam eden bir Körfez Savaşı oldu. Başarılı olamadılar. Amerika da bombalıyor, İsrail de yoğun bir şekilde bombalamaya başladı, fakat bence Husileri yok etmek mümkün olmayacak. Önümüzdeki dönemde, İsrail Husilere karşı beklemediği bir kırılganlık içine girebilir.

Ruşen Çakır: Gönül, sen ne dersin? Önümüzdeki dönemde, özellikle İsrail ve Türkiye’nin ilişkileri nasıl şekillenir? Gerçi doğrudan pek ilişkileri de yok. Çünkü İsrail’in Suriye’deki Kürtlere yönelik yaptığı hep pozitif açıklamalar da var, bir tür müttefik olarak gösterme meselesi. Mevcut yönetimde olduğu gibi ve Trump’ta da olacağı gibi, İsrail’in Amerikan yönetimi üzerindeki etkisi de var. Önümüzdeki dönemde Türkiye-İsrail ilişkilerinde daha kızışan bir rekabet görecek miyiz?
Gönül Tol: Evet, özellikle Suriye’de. Eğer İsrail Suriye içerisinde yeni bir işgal politikasına başlamamış olsaydı, o zaman ilişkiler mevcut seviyesinde kalabilirdi. Yani gergin olabilirdi, karşılıklı söylemler var. Türk hükûmeti bir ticaret ambargosu olduğunu söylüyor. Fakat tabiî İsrail’in Suriye içerisinde askerî müdâhalesi bu gerginliği yepyeni bir boyuta taşıyor. Bence o anlamda ilişkilerin ne yöne evrileceği, ikili ilişkilerde daha yüksek bir çatışmaya girilip girilmeyeceği, Trump göreve geldikten sonra İsrail’e ne diyeceğine bağlı. Eğer İsrail Suriye’ye askerî operasyona devam ederse, bu, Türkiye ve İsrail’i çok daha net bir şekilde karşı karşıya getirecek bir durum. Evet, İsrail’den yapılan açıklamalar da var. Kürtlerle daha yakın çalışma sözü veriyorlar ve bu zâten yeni söyledikleri bir şey değil. Dolayısıyla bu, sorun yaratacak bir şey.
Şimdi asıl Trump’ın ne yapacağı önemli. Trump gelip, “Siz Suriye içerisindeki operasyonlarınıza devam edin” der mi? Eğer öyle derse, o zaman, Türkiye-İsrail ilişkilerini çok daha büyük bir problem bekliyor demektir. Ama bunu demeyebilir de. Meselâ Trump, Netanyahu’dan Batı Şeria’daki operasyonlarına son vermesini istedi. Bu beni şaşırttı. Trump en İsrail yanlısı başkanlardan biri, Netanyahu ile yakın. Ama bir taraftan da Trump, Trump’tan başka kimseyi düşünen bir lider değil. “Ben gelir gelmez bölgedeki çatışmalar ve hattâ Ukrayna savaşı sona erecek” dedi, bunun sözünü verdi. O nedenle, Trump kendi açısından, Suriye içerisinden Amerikan askerlerinin çekilmesini de meşrûlaştıracak bir söylem tutturabilirse… O söylem nasıl olabilir? “IŞİD palazlanmıyor. IŞİD’le mücâdeleyi NATO müttefikimiz Türkiye’ye bırakıyoruz. Suriye Demokratik Güçleri’nin elindeki IŞİD hapishânelerini Şam’daki hükûmet koruyacak. Şam’daki hükûmet İran’a karşı çok net sınırlar çizmiş durumda. Dolayısıyla, İran’ın Suriye içerisindeki aktivitelerinden de endîşe etmek zorunda değiliz” gibi söylemleri olabilir. Kendi halkına bu söylemi sunabileceği bir ortam oluşursa –ki oluşması muhtemel– o zaman İsrail’e, “Sen bu düzeni bozma. Çünkü biz istikrarlı bir Suriye istiyoruz. Bizim problemimiz olmayacak bir Suriye istiyoruz. O nedenle bu askerî operasyonlarını sonlandır” mesajı verirse, o zaman Türkiye ile ilişkilerdeki mevcut söylemsel gerginlik belki Filistin meselesi üzerinden kalabilir, ama Suriye yeni bir dosya olarak açılmaz bence.

Ruşen Çakır: Evet, 2024’ün son “Transatlantik” yayınını böyle noktalıyoruz. 2025 çok daha hareketli olacağa benziyor. Sizde de Trump iş başına geçecek. Ne yapacağı ne yapmayacağı, neden vazgeçeceği neleri yapacağını, herkes dört gözle onu bekliyor. Trump şimdiden dünyanın dört bir tarafına göz dikmiş durumda: Grönland, Kanada ve Panama’yı ABD kontrolü altına almak istiyor. Allah dünyayı Trump^ın elinden kurtarsın diyelim.
Önümüzdeki hafta “Transatlantik”i yapmayacağız, izleyicilerimize şimdiden duyuralım. Gönül ve Ömer’e iyi yıllar dileyelim. İzleyicilerimize de “Transatlantik”ten iyi yıllar diliyoruz. Önümüzdeki hafta değil, ondan sonraki hafta buluşmak üzere, iyi günler ve iyi yıllar. 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
29.12.2024 Ve yeni “Çözüm Süreci” başladı
25.12.2024 Transatlantik: Yeni Suriye’de Türkiye’nin rolü - Yemen İsrail’in hedefinde
24.12.2024 Altılı Masa’nın lâneti
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
29.12.2024 Ve yeni “Çözüm Süreci” başladı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı