52 GÜNLÜK İTTİFAK-4 Ülkü aynı, ülkücüler değişti

27.11.1991 Cumhuriyet

Ankara siyasi kulislerinde 15 Kasım’dan beri şu sorunun yanıtı aranıyor: RP’den istifa eden 19 MÇP kökenli milletvekili, grup yeter sayısını tamamlamak için kimi ya da kimleri transfer ede”ek? Ortalıkta çeşitli isimler dolaşıyor ve böyle bir transferin mutlaka gerçekleşeceğinde herkes birleşiyor.
İstifacı milletvekillerinden biri, kendinden çok emin bir şekilde bize şu bilgileri veriyor: “Yavuz Donat'ın Bugün’de yazdığı gibi ANAP’tan bir arkadaşımızla temasımız meyvesini vermek üzere. Aslında ANAP'ta bizimle birlikte hareket edebilecek çok kişi var. Ama acele etmek istemiyoruz, ANAP'ın dağılması ihtimalini gözetiyoruz.”
Aynı milletvekili, DYP içinde tek başına bir grup oluşturacak sayıda millet vekiliyle de aralarının çok iyi olduğunu, ancak iktidarda oldukları için şu an ayrılmalarının söz konusu olmadığım belirtiyor. Son olarak kendilerini TBMM’ye taşıyan RP’den bazı isimlere göz diktiklerini itiraf ediyor: “Özellikle Güneydoğulu iki arkadaşımız her an bize gelebilirler, ama böyle bir durumda seçmenlerin gösterebileceği tepkilerden ürküyorlar.”

Ters hülleden düz hülleye
MÇP kökenli milletvekillerinin şu günlerdeki stratejisi, fazla kimseyi ürkütmeden yalnızca Meclis grubunu garantilemek. Böylece adı Demokratik Hareket Partisi (DHP) olan bir parti kurulacak ve bu parti hülle yaparak 1 Aralık’taki büyük kurultay esnasında MÇP’ye iltihak edecek. Kuşkusuz Alpaslan Türkeş yeniden genel başkanlık koltuğuna oturacak.
Halbuki istifalarının hemen ertesinde, MÇP kökenli milletvekillerinin, alışageldiğimiz “hülle” yönteminin tam tersini gerçekleştirebilecekleri tahmin ediliyordu. Buna göre 19 milletvekili, diğer partilerden istifa edecek olan başka milletvekilleri ile birlikte yeni bir “kitle partisi” kuracaklardı. Bu partiye, parlamento dışından birtakım “saygın” aydın, eski politikacı, işadamı da katılacaktı. Milliyetçi-muhafazakâr temalar üzerinde yükselecek olan bu “yumuşak imajlı” partinin başına “herkesin mutabık olacağı" bir lider geçecekti. Sonuçta hülle tersten yapılacak, MÇP bu yeni kurulacak partiye iltihak edecekti.
Alpaslan Türkeş, bir yandan Aykut Edibali’nin ısrarcısı olduğu RP-MÇP-IDP ittihadı için, yine Edibali’nin kaleme aldığı “protokol” metnine imza attı, diğer taraftan “MÇP çekirdekli, geniş tabanlı yeni bir oluşum”un girişimlerini yürütmeyi milliyetçi-muhafazakâr entelijansiyaya ihale etti.

Tavandan tabana kitle partisi
Zaten “yeni oluşum” fikrini Türkeş’e Aydınlar Ocağı’nın bazı yöneticileri benimsetmişti. İttifakın uyandırdığı “birlik ve beraberlik ruhu” etkisini sürdürüyordu; bu fırsat bir daha yakalanmazdı. Fakat ayrılan MÇP'liler olması, bütün sorumlunun Erbakan olduğuna tabanı ikna etmeye yetecek delilin bulunmaması işleri epey zorlaştırıyordu.
Aydın Menderes, Hasan Celal Güzel, Cemil Çiçek gibi isimlerin bu “yeni oluşum”da yer alacakları basına sızdırıldı; yalanlamalar ardından geldi. Türkeş, Tercüman, Zaman ve Türkiye gazetelerini ziyaret edip destek aradı. Pek bir ilerleme sağlanamadı.
MÇP eski Genel Başkan Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici, kendileri adına mekik diplomasisi yapan odakların faaliyetlerini şöyle anlatıyor: “Biz ne Cemil Çiçek’le ne Hasan Celal Güzel’le görüştük. Ama ortada birtakım kuruluşlar var. Aydınlar Ocağı, İş Dünyası Vakfı, Birlik Vakfı. Bazı insanlar bunların adına hareket ediyorlar: Nevzat Yalçıntaş, Ali Coşkun, Sami Erdem. Bu insanlar bize geliyorlar, bize geldikleri gibi başkalarına da gittiklerini söylüyorlar. Kime gittiklerini biz bilmiyoruz. Eğer onlar ‘Dışa açılma şansı olan yeni bir oluşumu sağlıyoruz. Bunu getirdik, önünüze koyuyoruz’ derlerse düşünürüz.”
Aslında tüm MÇP tabanının ve kadrolarının bu muhtemel yeni oluşuma gönül verdikleri de söylenemez. RP’nin dahil olmadığı yeni bir partinin milliyetçi-muhafazakâr seçmeni ne denli kucaklayabileceği epey tartışmalı. Öte yandan DYP ve ANAP’tan hâlâ umutlarını kesmemiş “ülküdaşlar"ın sayısı da hayli fazla. İstikbalinin ne olacağı meçhul yeni bir oluşum uğruna yılların misyonunu, iyi kötü bir örgütlenmeyi geri plana itmek fazla iyi niyetlilik olacaktı. Hele “ithal” bir lider için Başbuğ’dan feragat etmek hiç kolay değil. 

İki siyaset tarzı
Bütün bunların dışında, 12 Eylül bozgunundan sonra ülkücü hareket içinde yeşeren iki farklı çizgi yeni dönemde de farklı yaklaşımları savunuyor. MHP kökenlilerin ağırlıklı olduğu “devletlu kadrolar", 70’li yıllardaki “devlete yardım” misyonuna geri dönüşün propagandasını yaparken Ülkü Ocakları kökenli “Türk-İslam ülkücüleri'', devleti, kendine yönelik tehditlerle baş etmede yalnız bırakmak yanlısı tavırlar geliştiriyorlar. Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun başını çektiği bu ekip, zaten iyice İslamileştirdikleri dillerini dünyadaki değişimlere paralel olarak gitgide yumuşatıp “ideolojik omurgalı bir kitle partisi”ne doğru evrilmeyi düşlüyor.
Bu ekibin güçlü isimlerinden Yaşar Yıldırım'ın "balkondan seyretmek” tabiriyle formüle ettiği bu yaklaşım, hiç kuşkusuz, ülkücülerin "yardım ettikleri” devletten 12 Eylül’le birlikte çok esaslı bir darbe yemiş olmalarının ürünü.
Ülkücü tabandaki bu bakış açısı farklılıkları Kürt sorunu söz konusu olduğunda hayati önem arz ediyor. Daha 1986 yılından itibaren, Türk-İslam ülkücülerinin bazı önemli isimleri çeşitli yayın organlarında bu noktaya parmak basmaya başlamışlardı. Devletin, PKK’nın karşısına ülkücüleri çıkartmak istediği; Güneydoğu'da görev yapan öğretmen, sağlık görevlisi gibi ülkücü memurları “muhbir” olarak kullandığı; bu “oyuna gelen” bazı ülkücülerin korunmasız bir şekilde PKK’lıların kurşunlarına maruz kaldıkları yazılmıştı. 

Ülkücülerin gündemi Kürt meselesi 
Eğer böyle bir “oyun" söz konusuysa, bunun, Kürt meselesinin iyice tırmandığı şu günlerde de oynanmak istenmesi son derece doğal. Nitekim önde gelen bir ülkücü, DYP’nin önde gelenlerinden ülkücü kökenli bir milletvekilinin adını vererek bize şunları anlatıyor: “Bir kokteylde karşılaştık. ‘Çocuklar, artık bizden geçti. Şu Leyla Zana’larla uğraşmak size kaldı’ dedi. Zaten yemin töreni sırasında da bazı DYP’liler bizim arkadaşlarımızı sıkıştırmışlar. ’Ne duruyorsunuz' demişler.”
Aynı ülkücü, PKK’lılarca öldürülen erlerin cenazesinde gerçekleşen kitle gösterileri hakkında da şunları söylüyor: “O gösterileri biz düzenlemedik, bazı devlet görevlilerinin işi. Biz, bir şeylerin olacağını haber aldık, arkadaşlarımızı da ‘Siz bulaşmayın’ diye uyardık. Ama olmadı.”
Fakat “Ayrılmakta acele etmenizde Kürt meselesinin etkisi oldu mu” sorumuzu yanıtlayan MÇP kökenli bir milletvekilinin söyledikleri bütün ülkücülerin bu yaklaşımda olmadığını gösteriyor: “Evet. Birtakım duyumlar aldık. Güneydoğuda bir ayaklanma hazırlığı varmış. DYP-SHP koalisyonunun, malum nedenlerle bu sorunu çözemeyeceği kesin. İnşallah yanılıyoruzdur ama böyle bir durumda bizim önemimiz ve gücümüz artacak."
Kürt meselesinin tırmanmasının ne zamandır uykuda olan Türk milliyetçiliğini kamçılayacağı; mevcut siyasi partilerin bu “diriliş”i yeterince tatmin edebilecek politikalar üretemeyecekleri öngörüleri MÇP'lilerin geleceklerine iyimser bakmalarına yol açıyor.
Artık ülkücüler sözlerine, Yeni Düşünce gazetesinden Mehmet Ekici'nin yaptığı gibi başlıyorlar: “Bizler, Türk milliyetçileri, ülkücüler olarak yıllardır kendimizi parçalıyorduk. Türkiye’de büyük bir bölücülük tehlikesi vardır, bu tehlike Türk vatanının ve milletinin varlığını ve geleceğini tehdit etmektedir diyorduk. Bizim bu samimi ikazlarımız çoğu kimse tarafından 'fanatiklik' olarak görülüyor, hatta daha da ileri gidilip Türkiye'de yaşayan insanlar arasında ‘ayrımcılık’ yapmakla suçlanıyorduk."
Bu, “Biz zaten demiştik” tavrı istisnasız tüm ülkücülerde mevcut. Bütün ülkücüler “devletin, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü" ilkesini ana ülküleri olarak muhafaza ediyorlar. Popüler deyişle, devletin “üniterlik" vasfını koruması kaygısı ülkücüler arasında mutlak bir ortak zemin olmaya devam ediyor. Değişen ise ülkücüler, onların siyasete bakış tarzları.
Fakat ülkücü harekette ilk ve son sözü hâlâ Alpaslan Türkeş söylüyor. O da “Şark meselesi”nin çözümünü “önce terör olaylarını destekleyen çevreleri etkisiz hale getirmek, terör olaylarının üzerine kararlı şekilde gitmek" olarak görüyor. Bu nedenle “Devletin işine bulaşmayalım" anlayışının Ülkücüler arasında çok büyük yankı bulması zor görünüyor.
MÇP’liler, yeni bir kitle partisi ihtimaline “Olursa olur" gözüyle bakıyorlar. Bu işi ihale ettikleri milliyetçi-muhafazakâr entelijansiyayı, yayın organlarında “Daha bir sağ koalisyonu bile gerçekleştiremediler” şeklinde eleştirerek, kendi başlarının çaresine bakmaya niyetli olduklarını gösteriyorlar.

* * *


Cemil Çiçek: Şartlar olgunlaşmış değil

Mesut Yılmaz’ın ANAP genel başkanlığına seçilmesiyle başlayan “milliyetçi-muhafazakâr kadroların tasfiyesi" operasyonundan ilk etkilenenlerden biri Cemil Çiçek'ti. Eski Devlet Bakam Çiçek, partisinin yaptığı sıralamayı protesto ederek Yozgat milletvekilliği adaylığından istifa etti ve seçimlerde ittifakın desteklenmesi gerektiğini açıkladı. Halen ANAP üyeliği süren Çiçek, MÇP çekirdekli yeni bir “kitle partisi” oluşumunda rol aldığı iddialarını yalanlayarak sağdaki son siyasi gelişmeleri şöyle değerlendiriyor:
"MÇP kökenli bu arkadaşların ayrılması öyle ani oldu ki kendilerine rey veren seçmenin de bunu henüz kabullendiğini sanmıyorum. Dolayısıyla bir siyasi acemilik yapmışlardır. Şartlar olgunlaşmadan davranmışlardır. Tabii kanuni zorluklar nedeniyle oluşmuş bir seçim ittifakıydı, ama vatandaş rey verirken öyle görmedi. 20 Ekimde seçilen 21 Ekim sabahı aynısın diye rey vermedi. “Siz beraber, birlikte olun, problemleri çözmeye çalışın" diye rey verdi, mili programlarına, görüşlerine, kanaat terine bakarak, Türkiye’yi şu ya da noktaya getirecekleri mülahazasıyla vermedi. Sadece milli ve manevi değerleri ön plana çıkarttıkları için rey verdi.
Daha ortada faaliyet yokken bu arkadaşların ayrılmalarım kamuoyu iyi karşılamadı. Bunun izahında epey zorluk çekerler. “Yeni bir siyasi oluşuma imkân vermek için ayrıldık" demiş olmaları kendilerine rey verenler bakımından tatminkâr olmadı. Böyle bir oluşum nazari yede mümkündür; şartlar oluşur, mümkündür, ama bunu kamuoyuna safha safha anlatmaları, inandırmaları lazımdır.
Meclis açıldı, yemin edildi, olağanüstü hal uygulamasıyla ilgili bir oylama yapıldı. Onun dışında daha Meclis faaliyete geçmedi İd! Hangi noktada ittifakın devamım engelleyecek bir ihtilaf çıktı aralarında? Varsa bile bunu kamuoyuna açıklamadılar; kendi seçmenleri bilmiyor ve büyük bir infial olduğu kanaatindeyim.
Bu nedenle, yeni bir oluşum filanca şahıslar istedi diye olmaz, şartlar gerektirirse olur. Yeni kurulacak partinin görüntüsü önemlidir. Yine bir doktriner görüntüye giriyorsa, o yine bir marjinal parti olmaya devam eder. Diğer partilerden de katılımlar olabiliyorsa, yani bu kesim yeni bir siyasi teşekkül altında birleşiyor havası verilebiliyorsa olur.
Ben şahsen siyaset yapmayı pek arzu etmiyorum. Yani insanların anladığı anlamda, bir siyasi parti çatısı altında bir faaliyet arzu etmiyorum. Benim adımın bazı yeni oluşumlar için geçiyor olması benim dışımdadır. Siyasi kadrolar kamuoyunun ihtiyacına yeterince cevap vermediği için, siyasi tablo yerli yerine oturmadığı için her defasında “bir yenisi olabilir mi? Bir başkası olabilir mi?” deniyor. Ayrılanlar, yeni bir oluşum için benim de adımı geçirmişler. Ama ben onlara “yeni bir siyasi parti kurulsun, ben de içinde olurum veya böyle bir şeyin kurulmasında fayda vardır tarzında ne beklenti ne de temenni dile getirmiş değilim."

Yazının orjinal hali




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

YAZI DİZİSİ
1 52 GÜNLÜK İTTİFAK-1 Başbuğ Erbakan, Mücahit Türkeş 24.11.1991
2 52 GÜNLÜK İTTİFAK-2 Bozkurtların Ergenekon’dan Çıkışı 25.11.1991
3 52 GÜNLÜK İTTİFAK-3 MÇP ayrıldı, RP selamete erdi 26.11.1991
4 52 GÜNLÜK İTTİFAK-4 Ülkü aynı, ülkücüler değişti 27.11.1991
5 52 GÜNLÜK İTTİFAK–5 Türk-Kürt çatışması tehlikesi 28.11.1991
6 52 GÜNLÜK İTTİFAK–6 Refah'a sızan "demokrasi virüsü" 29.11.1991
7 52 GÜNLÜK İTTİFAK–7 Sağ aramaya devam ediyor 30.11.1991

Son makaleler (10)
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
10.11.2024 Hasan Cemal ile söyleşi: Zamâne Diktatörleri
07.11.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Bahçeli DEM Parti açılımından ne umuyor, ne bulabilir?
06.11.2024 Transatlantik: Trump nasıl kazandı? Türk-Amerikan ilişkileri nereye?
05.11.2024 Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
01.11.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (239): Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı - CHP ne yapacak?
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı