Erdoğan ile Bahçeli nerelerde birleşiyor, nerelerde ayrışıyor?

19.05.2025 medyascope.tv

19 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler. Öncelikle 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nı kutlarım. Bugün biraz Bahçeli ve Erdoğan'dan bahsetmek istiyorum. Aslında bunu ne zamandır yapıyoruz, yapıyorum. Özellikle Kemal Can'la bu konuları çok tartıştık ama bir kere daha derli toplu, olabildiğince derli toplu anlatmak istiyorum. İki lideri de ayrı ayrı bilen bir gazeteciyim, ayrı ayrı izlemiş bir gazeteciyim ve bir süredir birlikte ortak hareket ediyorlar. Koalisyon kurdular, bir ittifak kurdular: Cumhur İttifakı. İlk başta şaşırtıcı geldi çünkü iki lider de birbirlerine karşı çok acımasızdılar. Hatta hakaretamiz şeyler bile söylediler sıklıkla. Ama sonunda ne oldu? Haziran 2015 seçimlerinde Türkiye'nin içine girdiği durum bu iki partiyi, iki lideri yakınlaştırdı. Orada ne olmuştu? AK Parti ilk defa tek başına iktidarı kaybetti, HDP çok büyük bir çıkış yaptı ve koalisyona gidilmesi gerekiyordu. Erdoğan bu koalisyona yanaşmadı, Türkiye'nin ve tabii ki kendisinin bunu kaldıramayacağını düşündü. Anayasal birtakım zorunlulukları yerine getiriyormuş gibi yapıp Türkiye'yi yeni bir seçime taşıdı ve burada en büyük desteği de kendisine Devlet Bahçeli verdi. Devlet Bahçeli olmasaydı bunu yapabilir miydi? Galiba mümkün değildi. O tarihte kurulan ittifak, o günlerde temeli atılan ittifak daha sonra, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından çok daha güçlü bir şekilde karşımıza çıktı ve Devlet Bahçeli, Erdoğan'ı hep öne çıkardı. Erdoğan'ı çok kutsadı. Türkiye tipi başkanlık sistemini, ne deniyor ona, unutuyorum her seferinde, her neyse, cumhurbaşkanlığı başkanlık sistemi ya da Türk tipi başkanlık diyelim, onu hep öne çıkardı, Cumhur İttifakı’nı hep öne çıkardı ve dendi ki; ‘‘Bahçeli, Erdoğan'ın koltuk değneği oldu, Erdoğan onun sayesinde ayakta kalıyor.’’ Ama Bahçeli esas Erdoğan'a muhtaç gibi bir hava yaratıldı. Hem Erdoğan'ın iktidarda kalabilmesi Bahçeli sayesinde oluyor ama muhtaç olan Bahçeli’ymiş gibi bir yaklaşım vardı, çok garip bir yaklaşımdı ve zamanla bunun hiç de böyle olmadığı ortaya çıktı. Aslında birbirlerine ihtiyaçları olduğu ortaya çıktı. Fakat, ‘‘Kim kime daha fazla ihtiyaç duyuyor?’’ sorusu zaman geçtikçe, özellikle olağanüstü hal gibi uygulamalardan çıkıldıkça, daha net bir şekilde ortaya çıktı; o da Erdoğan'ın Bahçeli'ye daha fazla ihtiyacı olduğu. Nerede birleşiyorlardı? Bir kere devletten Fethullahçıların tasfiyesi söz konusuydu ve buraya yeni kadrolar gerekiyordu. Ve burada Ülkücü Hareket, zaten devlet içerisinde belli bir gücü olan Ülkücü Hareket devlete bayağı bir katkıda bulundu. Tabii bunu isteyerek yaptılar, çünkü devlette çok ciddi bir ülkücü kadrolaşma da bu dönemde oldu. Birçok işi MHP üstlendi. Daha, nasıl söyleyeyim, demokrasiye çok da fazla uymayan işleri MHP üstlendi. Ama bu süre içerisinde baktık ki Erdoğan birtakım organize suç gruplarının liderlerinin cezaevinden çıkmasına, rahat hareket etmelerine izin vermek zorunda kaldı. Bunlar çünkü bir anlamda Bahçeli'nin koruması altındaydılar. Bunları biliyoruz, isimleri de biliyorsunuz. Böyle karşılıklı olarak birbirlerinin beklentilerini yerine getiren ama süreç içerisinde birlikte zayıflayan bir iktidar oldu. Bu iktidarı güçlendirmek için birtakım takviyeler yaptılar. Son seçimde mesela Fatih Erbakan'ın cumhurbaşkanlığı adaylığını – ki imza toplamıştı – iptal edip Erdoğan'a destek vermesini sağladılar. İkinci turda Sinan Oğan'ın Erdoğan’a angaje olmasını sağladılar, gibi. Ama yine şu haliyle bakıldığı zaman Cumhur İttifakı'nın çok ciddi bir kriz içerisinde olduğunu düşünüyorum. Ve bugün bir süreç var, ‘‘çözüm süreci’’ diyoruz adına ya da ‘‘yeni çözüm süreci’’, ben diyorum en azından. Başından itibaren Erdoğan'la Bahçeli'nin bu süreçteki farklı pozisyonları nedeniyle farklı yorumlar yapıldı. Benim görüşüm öyle bir danışıklı dövüş, iyi polis-kötü polis oyunu değil; Bahçeli'nin bu olaya daha fazla angaje olduğu, Erdoğan'ın tereddütlü olduğu yolunda. Çünkü bana göre Devlet Bahçeli devletin bekasını önceliyor, Erdoğan kendi iktidarının bekasını önceliyor. Devlet Bahçeli devletin bekası için her türlü tavize yanaşıyor – ki onu gördük Ekim'den bu yana – Erdoğan kendi bekasını garantiye almak için özellikle bu süreçte çok daha temkinli davranıyor. Çünkü ortada şöyle bir soru var: ‘‘Bahçeli'nin yaptığı gibi Öcalan hakkında olumlu şeyler söylersem seçmen ne der?’’ Bahçeli bunu çok da fazla umursamadı. Çünkü MHP bir şekilde, oyları inse de çıksa da, bir şekilde, hele ittifak söz konusuysa Meclis’e girebilecek bir parti. Dolayısıyla bunu çok dert edinmiyor, bu tür riskleri alabiliyor. Ancak Erdoğan için Meclis’e girmek değil, iktidarda olmak önemli. Erdoğan için cumhurbaşkanı seçilmek önemli. Bahçeli'nin böyle bir derdi yok, Bahçeli zaten cumhurbaşkanı adayı değil. Ama Erdoğan yeniden seçilmek istiyor ve dolayısıyla bu çözüm sürecinde yaşanacak olan herhangi birtakım arızaların kendisinin seçilmesine olumsuz etki yapacağını düşünüyor ve bu nedenle aralarında çok ciddi bir fark var. Bu sürecin başından itibaren bunu görüyoruz. Erdoğan hep temkinli yaklaştı, Öcalan'ın istediklerini yapıp yapmayacaklarında, Öcalan istediklerini yapsa da Kandil'in buna uyup uymayacağı konusunda çok dikkatli, temkinli yaklaştı. Ama gördük ki Bahçeli çok daha bu olaya angaje oldu, bir tür kefil oldu, yani öyle söyleyebiliriz. Erdoğan, Öcalan'a tepeden bakar şekilde hareket ederken; Bahçeli'nin Öcalan'a bir eşit muhatap muamelesi yaptığını gördük. Peki şunu soracaksınız, biliyorum: Devletin bekası niye sorun? Anladığım kadarıyla bölgede son yaşanan altüst oluşlarla birlikte Türkiye'nin PKK sorununu köklü bir şekilde tamamen halletmemesi halinde önünün çok karanlık olacağı düşüncesi Bahçeli'ye hakimdi ya da devletin ilgili kurumları, kişileri Bahçeli'yi bu konuda ikna ettiler. Erdoğan'ı da ikna etmiş olmaları lazım. Yani anladığım kadarıyla ortada bir beka sorunu olduğunu, bölgede birtakım güçlerin PKK'yı kullanarak Türkiye'de ciddi karışıklıklar çıkarabilecekleri yolunda birtakım tahliller, öngörüler yapıldı ve Bahçeli de bunun üzerine bir an önce asılmasını istediği Öcalan'ı bir şekilde Türkiye'nin meşru muhatabı kabul etti, ona ‘‘kurucu önder’’ sıfatı atfetti, şükranlarını dile getirdi. Aradaki farkın çok ciddi olduğunu düşünüyorum ve hâlâ bu fark egemen oluyor. Erdoğan hâlâ iktidarını garanti altına almak istiyor. Mesela Selahattin Demirtaş konusu. Önümüzdeki günlerde çok konuşacağız. Başta, ilk başlattığında Devlet Bahçeli Edirne'yi ve Kandil'i dışarıda tutmuştu, İmralı'ya ve Ankara'ya seslenmişti. Ama sonra Selahattin Demirtaş'a bakışında çok büyük bir değişiklik olduğunu görüyoruz. Bir kere telefonla konuştu, eşinin hastaneye kaldırılması nedeniyle. En son konuşmak istediğini ama konuşamadığını öğrendik. Arkadaşımız Ferit Aslan bunun haberini yaptı ve doğru olduğu bence ortaya çıktı. Burada hâlâ birtakım sorunlar var. Neden? Selahattin Demirtaş'ın cezaevinden çıkıp tekrar DEM Parti'nin ya da yasal Kürt hareketinin önde gelen bir ismi olması Erdoğan'ın çok hoşlanacağı bir şey değil. En son Haziran 2015'te bunu çok ciddi bir şekilde gördü. Selahattin Demirtaş liderliğindeki Kürt hareketinin Türkiye partisi olma iddiasının karşılık bulduğunu gördü. Onlar oyunu arttırdıkça kendi oyunun azalabileceğini gördü. Ve bir diğer husus da şu: Kürt hareketinin yeni dönemde silahların bırakılmasıyla daha da güçlenme potansiyeli var ve bu hareketin CHP ile birlikte hareket edebilme ihtimali Erdoğan'ı çok ciddi bir şekilde endişelendiriyor. Benzer bir endişe Bahçeli'de de vardır belki ama sonuçta Bahçeli için bir ölüm kalım meselesi değil. Ama Erdoğan için güçlenmiş bir DEM Parti, daha da güçlenmiş, diyelim ki Selahattin Demirtaş'ın liderliğindeki bir DEM Parti, şu haliyle Türkiye'nin birinci partisi olan CHP ile bir ittifak kurarsa herhalde bu, Erdoğan iktidarının sonu anlamına gelir. Bu anlamda çok büyük bir açı farkı var Bahçeli ile Erdoğan arasında. Bu kapanmayacak bir şey değil ama şu ana kadar yaşadık, bundan sonra da bu farklılığın önümüzdeki günlerde çok karşımıza çıkacağını ama sadece süreçle ilgili değil, 19 Mart'la ilgili de karşımıza çıkacağını, Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının geleceği konusunda da devletin bekası ve Erdoğan iktidarının bekası arasında birtakım ayrılıklar çıkarsa o zaman işlerin pekâlâ değişebileceğini düşünüyorum.
Evet, tekrar 19 Mayıs'ı kutluyorum. Ben bu akşam İzmir'de olacağım. CHP'nin çok iddialı bir mitingi olacak İzmir'de. Bakalım gerçekten dile getirdikleri iddiayı oraya yansıtabilecekler mi, çok merak ediyorum. En son Kemal Kılıçdaroğlu'nu 2023 seçimlerinde İzmir'de izlemiştim. Orada bütün liderler konuşmuştu, en çok konuşan isimlerin başında Kemal Kılıçdaroğlu yoktu. Ve hatırlayacaksınız, Meral Akşener'in "Evden bir oy CHP'ye, bir oy İYİ Parti'ye" dediği mitinglerden birisiydi. Şimdi böyle bir şey yok. Bakalım, Özgür Özel iddiaya göre saat 19.19'da konuşmaya başlayacakmış. Bakalım farklı neler söyleyecek, bakalım nasıl bir kalabalık olacak. Onları da artık yarın konuşuruz. ‘‘Hafta Başı’’nı yarın yapacağız Kadri Gürsel’le. O zaman orada da uzun uzun konuşuruz. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
25.05.2025 Fethullahçılarla barışma mümkün mü?
24.05.2025 Her şeye rağmen iyimser olmak ve iyimser kalmak
22.05.2025 Bir Süleymancı olmadığım kalmıştı
21.05.2025 Her kuşun eti yenmez!
19.05.2025 Erdoğan ile Bahçeli nerelerde birleşiyor, nerelerde ayrışıyor?
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
18.05.2025 Trump cihatçıları seviyor
18.05.2025 Hakkımdaki iftiralara karşı net yanıt
17.05.2025 Öcalan Erdoğan’ın her dediğini yapar mı?
16.05.2025 Nereden çıktı bu Süleymancılar?
25.05.2025 Fethullahçılarla barışma mümkün mü?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı