Hareketin Kalbi Avrupa’da Atıyor
Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu’nun (AABF) Almanya’nın Köln şehrinin banliyösündeki mütevazı genel merkezinde hummalı bir faaliyet var. Telefonlar durmak bilmiyor. Değişik Avrupa şehirlerindeki Alevi demeklerinden arayanlar düzenlemeyi düşündükleri konferans, panel vb. etkinlikler için federasyon yöneticilerini davet ediyorlar. Ancak yöneticilerin büyük çoğunluğunun neredeyse birkaç aylık programı dolu.
Türkiye’de yaşayan bazı tanınmış Alevi şahsiyetlerle görüştüğünüzde de benzer bir durumla karşılaşıyorsunuz. Ya Almanya’nın birkaç şehrinde bir dizi konferans vermekten yeni gelmişler, ya Fransa, Belçika, Hollanda gibi ülkeleri kapsayan bir gezi için bavullarını hazırlamaktalar. Yurtdışındaki Alevi göçmen işçileri saran bu hummalı faaliyet yalnızca Avrupa ile de sınırlı değil. Örneğin Semah Kültür Vakfı Başkanı Lütfü Kaleli, şu günlerde Alevi demeklerinin çağrılısı olarak bir aylığına gittiği Avustralya’da.
Avrupa’nın birçok şehrinde, örneğin Güner Ümit olayı veya Gazi Mahallesi olaylarının hemen bir gün sonrasında binlerce kişiyi sokağa dökebilecek bir güce ulaşan Alevi örgütlenmesinin ana odağının AABF olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Bugünkü yapısıyla AABF’nin örgütlenmesinin başlangıcı 1988-89 yıllarına uzanıyor. 1991'de Almanya’daki bazı demeklerin birleşmesiyle “Almanya Alevi Cemaatleri Federasyonu” kurulmuş. Daha sonraki yıllarda bu ad “Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu" olarak değiştirilmiş.
1993’te Federasyon’a bağlı dernek sayısı 42 iken 2 Temmuz’daki Sıvas katliamının ardından tam bir patlama yaşanmış. Halen 100’ü aşkın derneğin bağlı olduğu, üye sayısı ise 20 bini bulan Federasyon, Avusturya, İsviçre, Fransa, İngiltere, Danimarka gibi ülkelerde Alevi örgütlenmelerinin doğmasıyla birlikte 30-31 Ekim 1994 tarihindeki Tüzük Kongresi ile adını Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu olarak değiştirip kendini yeniden yapılandırmış.
"EN GÜÇLÜ BİZİZ”
AABF Genel Başkanı Ali Rıza Gülçiçek, Avrupa’da yasal zorluklarla karşılaşmadıkları için demek kurmanın daha kolay olduğunu hatırlatıp şöyle devam ediyor:
“Buradaki taban Türkiye’dekinden farklı. Değişik yöre ve ocak insanları bir araya gelerek örgütleniyorlar. Burada insanlar Aleviliğin tanımadıkları boyutlarını, farklılıklarını görüp öğrenerek yeni bir senteze ister istemez giriyorlar ve bir bağdaştırmacılık kendisini dayatıyor. Bu ülkemizdeki Alevilerin belki bir beş on yıl sonra karşılaşacağı aşama. Bu yüzden de Alevi hareketi Avrupa’da daha başka boyutlarda ve ilerde yürüyor. Bundan ötürü de Türkiye’deki hareketi etkiliyor, ona öncülük ediyor. Bu öncülük, örgğt liderliği anlamında değil, örnek teşkil ederek yol gösterici konumundan kaynaklanıyor.”
Gerçekten de Avrupa’nın “öncü” konumu, Alevi-Bektaşi Temsilciler Meclisi başkanlığına Ali Rıza Gülçiçek’in getirilmesiyle de tescillenmiş durumda. Gülçiçek, bu olguyu şöyle açıklıyor:
“Biz, dışardan geldiğimiz için, bir zamanlar köy dışından gelen dedelerin Alevi köylerinde yansız bir konumda olmaları gibi, daha yansız, daha geniş objektiflerle konuyu ele alan insanlar oluyoruz. Bu aynı zamanda bizim politikamız da. Bu konum, benim Temsilciler Meclisi’ne başkanlık etmemi de belirledi. Bir de şu an en güçlü Alevi örgütlenmesi yurt dışındaki örgütlenmedir. Biz, bu noktadan sonra Alevilerin merkezi örgütlenmesinden taviz vermeyiz. Böyle güçlü bir örgütün aynı zamanda merkezi örgütlülüğün altyapısını oluşturan Temsilciler Meclisi başkanlığını da yürütmesi doğaldır.”
BÖLÜCÜ MÜ, DEVLETÇİ Mİ?
Esas olarak Avrupa topraklarındaki Alevilerin kültürel, toplumsal, siyasal, dinsel ihtiyaçlarıyla ilgilenme gibi bir göreve sahip olmakla birlikte genel Alevi hareketine "öncülük” gibi bir misyona sahip olduğu için AABF yöneticilerini sıklıkla Türkiye’de görmek mümkün.
Yöneticiler hiçbir zaman elleri boş gelmiyor. Kimi zaman “Sıvas Şehitleri Anıtmezarı" yapımı, Alevi kültürünü yaymak için yayın yapacak bir radyonun kuruluşu gibi amaçlarla topladıkları paraları ilgili Alevi kuruluşlarına teslim ediyor, kimi zaman topladıkları gıda ve yiyecek yardımını Tunceli’de köylerinden çıkartılan vatandaşlara bizzat dağıtıyorlar.
Bu mali yardım akışı ister istemez spekülasyonlara da neden olabiliyor. Bu nedenle Pir Sultan Abdal Kültür Demeği’nin yaptığı gibi, bazı Alevi kuruluşları, AABF’den para almadıklarına dair resmi yazıları yayın organlarında yayınlama yoluna gidiyor.
AABF’nin dikkat çekici özelliklerinden biri Gülçiçek haricindeki üst düzey yöneticilerinin hemen tümünün daha önce değişik sosyalist gruplar içinde bulunmuş olmaları. Bu durum, AABF ile şu ya da bu nedenle sorunu olan kesimler tarafından sık sık ön plana çıkartılıyor.
Örneğin PKK’nın yan kuruluşu durumundaki “Kürdistan Aleviler Birliği", AABF yöneticilerini “dönek solcu" olarak tanımlayıp, “Kürt yurtseverlerinin yönetimde olduğu dernekleri federasyondan tasfiye etmek”le suçluyor. Onları Pir Sultan’ı idam eden Hızır Paşa’ya benzetiyor. Büyük ölçüde Alevi kökenli işçilerden taban bulan bazı radikal sol gruplar da AABF’yi “sınıf mücadelesi”nden sapıp devletle işbirliği yapmakla itham ediyor. Ali Rıza Gülçiçek, devletin de kendilerini “çıban başı” olarak gördüğünü, PKK ile birlikte çalışmakla suçladığını hatırlatarak “Bütün bunlar bizim ne kadar bağımsız bir örgüt olduğumuzun en açık göstergesidir” diyor.
*
“Önce Siyasi Mücadele”
AABF Genel Başkanı Ali Rıza Gülçiçek sorularımızı şöyle yanıtladı:
1980 sonrası Alevi topluluğunda, kimilerinin "rönesans" olarak adlandırdığı büyük bir canlanış ve hareketlilik yaşanıyor. Bunun nedenleri nelerdir? Sivas katliamının bu canlanmada bir “dönğm noktası" olduğu görüşüne katılıyor musunuz?
Gülçiçek: Aleviliğin ya da Alevilerin 1980 sonrası bir“Rönesans” yaşadıkları doğrudur. Aleviler bugün bir aydınlanma süreci içerisinegirmişler, hem kendi geçmişlerini, hem de içerisinde yaşadıkları ülkeyi,devleti, toplumu sorgulayarak yeni çıkış yolları, barış, özgürlük vekardeşlik içerisindebir yaşamı kurmanın şartlarını yaratmayı arzuluyorlar. Bu elbette ki bir “Rönesans”tır.Nedenleri ise, çok kababiçimde üç noktadatoplayabiliriz: Sanayileşmenin ve buna bağlı olarak güçolgusunun birlikte getirdiği yapısal değişiklik, daha doğrusu kapalı köyekonomisine dayanan yaşam tarzının dağılması; Türkiye Cumhuriyeti'ni elindetutan Türk-İslamsentezi doğrultusundaki zihniyetin diğer azınlıklarla birlikte Alevilereyaptığı baskılara tepki; kendisini identite etme diye yorumladığımız kültüre vekimliğe sahip çıkma.
Alevi topluluğu içinde farklı yaklaşımlardikkati çekiyor. Örneğin siz bazılarını “ümmetçi" olmakla eleştiriyor, kendinizi "özgürlükçü Alevi" olarak tanımlıyorsunuz. Bu konuyuaçabilir misiniz?
Gülçiçek: Herantagonist toplumda olduğu gibi, Aleviler içerisinde de ilerici ve gericigüçlerin iç içe ve yanyana olması doğaldır. Herkesin kendince bir Alevilik yorumu var. Bu yüzden örgütçülüktendergah anlayan kişiler de içerimizde. Bu bizi hiçrahatsız etmiyor. İçerimizdeolup, bizi dayatan güçlerleişbirliği içerisindeolan, Alevilerin siyasal örgütlenmelerineengel olmak isteyen güçler var.Bunların yanı sıra, hiçsiyasete karışmadan dinsel bir cemaat kurmayı düşünenlervar. Alevi sözcüğünün yasakolduğu bir ülkede,devletin eğitim kitaplarında kendisine hakaret edilen, küfredilenbir ülkede,nasıl dinsel bir örgütlenme içerisinegirilebilinir? Öncebunun koşullarını sağlamak gerekir. O yüzden de siyasi mücadelevermek gerekir. İnsanları, saygınlık kazanmak için, çıkarsağlamak için biraraya getirenle, insan haklan mücadelesi verenler arasında bir ayrım olmasıgerekir. Biz, Alevi tabanının kendi kısıtlı olanaklarıyla kurup, özerkolarak geliştirdikleri bir örgütlenmenin, Alevilerin özgürceyaşayabilecekleri bir ortamın mücadelesini veren örgütlenmeninseçilmişliderleriyiz. O yüzden özgürlükçüyüz. Bu özgürlüğü yalnızAleviler içindeğil, ülkedeyaşayan tüminsanlar içinistiyoruz. Yalnız Alevi dergahlarında örgütlenerek,insanları ortaçağkaranlığına götürmekisteyen, onların üzerindenmaddi, manevi, siyasal çıkarsağlayan kimi “sahte” örgütçülere ümmetçi demek,çokyerinde olsa gerek.
Alevilerin merkez ve radikal solla ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gülçiçek:Aleviler, toplum olarak devamlı “sol”a lojistik destek sağlayan bir muhalefetgrubudur. Bu Aleviliğin Anadolu'da ortaya çıkışından bu yana böyledir.Bu yüzden degerek Selçuklu veOsmanlı dönemlerinde,gerek Cumhuriyet dönemindedevletin direkt saldırdığı bir topluluk olmuştur. Aleviliğin dinsel, inançsalyanıyla devletin bir sorunu yoktur yoksa. Neden olsun ki?
Ancak bu, hiçbirşekilde herhangi bir sol örgütün Alevi örgütlülüğüylebağlantısı anlamına gelemez. Bizim akım ya da görüşlerleilişkimiz, ittifakımız, ilkelerimiz ve programımız çerçevesindeolur. ülkededemokrasinin kazanılması, özgürlüğüngetirilmesi noktalarında her kişi ve kuruluşla birlikte dayanışabiliriz. Alevi örgütlenmesitaraflı, ama bağımsız bir örgütlenmedir. Bazı sol kuruluşve kişilerde, “akıl hocalığı” yapma dürtüsü henüz geçmişdeğil. Alevi örgütlenmesininkimseden icazet almaya, birilerinin akıl hocalığına ihtiyacı yoktur. Bunu söylüyoruzdiye bize gerici diyen sol kuruluşlar ve kişiler çokça. Ama,bu onların sorunu.
*
“Yol bir, sürek binbir” – Ersel Ergüz (4)
Şiiliğin Oluşumu
İmamlar dönemi, İmam Ali ile başlayıp,İmam Muhammed Mehdi ile son bulan, ama bir anlamda da bitmemiş bir dönemdir. Çünkü onun öldüğüneinanılmaz. Şii ve Alevi inancına göre, İmam Muhammed Mehdi,gizli bir ülkede(gayb alemi) saklanmaktadır. Ve Allah'ın uygun gördüğü bir gündeortaya çıkıp,yeryüzündebozulan düzeni,sarsılan İslam inancını yeniden kuracak, insanları mutluluğa ve esenliğekavuşturacaktır. Bu "beklenti kültü”, Aleviinancının temel taşlarından birini oluşturur.
Kuran, peygamberlerde imamlık ve resullükişlevlerini birleştirmiştir. Sünniler ve Şiiler pek çokkonuda olduğu gibi bu konuda da ayrı ayrı yönlere gider. Sünnileregöre,imamın toplumun en seçkinkişisi olması gerekmez. Askerlik ve yöneticilik yeteneğinin ön plana çıkmasıyeterlidir. Şiiler ise imamlığın da peygamberlik gibi tanrısal olduğuna inanır.Toplumun en seçkin,soyca ve ahlakça enulusu imamdır, seçimyarışına sokulamaz. Ruhsal ve maddi dünyanın da başkanı olanimamlar aynı zamanda halifedir. İmamlar, tanrısal güçtaşıdıklarından günahsızdır.
HZ. ALİ’NİN LİDER OLARAK PORTRESİ
Araştırmacıları ikiye bölen birbaşka konu da, Hz. Ali’nin iktidarda ve muhalefette nasıl bir politikaizlediğidir. Bir grup, Muaviye’nin aksine dünya nimetlerinden veiktidardan uzak durduğunu iddia eder. Hz. Ali'nin hutbe ve mektuplarını içeren“Nehc'ul Belaga” adlı eseri örnek gösterenlere göre o,hilafet etrafında dönen bir çekişmeniniçinde hiçbirzaman yer almamış, özellikleHz Osman dönemindeortaya çıkanzengin-yoksul, yöneten-yönetilensaflaşmasında hep ikincilerden yana çıkmıştır. Muaviye Kuran'ı birsavaş silahı olarak kullanırken, halifelik adeta Hz. Ali’nin üstünekalmıştır.
Hz. Ali’nin "Hilafet -i Maneviye” unvanınıhiçyitirmediğini savunanlar, onun servet ve iktidar tutkusuyla kirlenmişİslamiyeti, Hz. Muhammed’in devrindeki "saf” ortamına geri döndürmek içinuğraştığını söyler.Tıpkı Mehdi’ye biçilen rolgibi.
İslam’ın bu önemlisembolü içinfarklı portreler de çizilmiştir.“Hilafet benim çevremdedönerdi”dediğini öne sürenler,Hz. Ali’nin daha ilk halife seçiminden sonra harekete geçmekistediğini, ancak yeterince destek bulamadığını öne sürüyorlar.
ŞİİLİK VE İRAN
Halifeliğin, Ali ve oğullarına verildiğiyolundaki tezlerini İmamlığın belirleyici olduğu görüşünedayandıran Şiilik, özellikleİran'da yaygınlık kazanır. İran'da Hz. Muhammed’den 11 yüzyıl öncesinedayanan dev bir uygarlık vardır. İranlılar, bin yıllardır kök salandinlerinden ve yaşam biçimlerindentaviz vermek istemezlerse de genç ve diri, "şehadet”lemotive olan İslam'ın önündeduramazlar. Bu yaşlı organizmanın tek çıkar yolu, yeni inancı tutargibi gözüküp, çoktanrılı inançlarlakarıştırıp kaynaştırarak yeni bir bütünoluşturmaktır. Bunu yaparken de tercihini Hz. Ali ve soyunun düşüncelerindenyana kullanması kaçınılmazdır.
Aleviliğin kökenini açıklarkenilkçağkavramlarına büyük önematfeden İsmet Zeki Eyuboğlu, Ali sevgisinin İran'da yayılmasını ve mezhepniteliğini kazanmasını bu şekilde yorumluyor. Şiiliğin ana özelliği,önceEmeviler, sonra da Abbasiler eliyle yürütülendespotik İslam yönetimineve Arap milliyetçiliğinetepki olarak ortaya çıkmasıdır.
*
ONİKİ İMAM KİMLERDİR?
İmam Ali
İmam Hasan
İmam Hüseyin
İmam Zeynel Abidin
İmam Muhammed Bakır
İmam Cafer Sadık
İmam Musa Kazım
İmam Ali Rıza
İmam Ali Naki
İmam Muhammed Taki
İmam Hasan Askeri
İmam Muhammed Mehdi
Yazının orjinal hali